En sağlam ve en iyi görünen iki takım, zaten ligimizin en manzaralı yerine yani "teras dubleksine" oturdular. İkisinin de hocası Türk ve bir sezon önceden "devirle" geliyorlar. Devir durumunda ne olur?.. Kazanılan ikramiye daha büyük olur. Rakip, mevsim şartları, rakibin seyircisiyle, sahasıyla, yönetimiyle sergileyeceği tüm potansiyelin farkında olmak gibi bir avantajı kullanıyorlar ve bu nedenle şartlar eşitlendiğinde dereyi geçmiş olabilirler... Onlara taraftarları "sırılsıklam" aşık... Zamanında ayak bağı olanlar şimdi arkalarına geçmiş itiyorlar takımlarını... Hocalarının ikisi de Türk. Üstelik bir sezon öncesinin biri tamamını, diğeri yarısını birlikte tamamlamış. Ardından en önemli avantajı kullanmışlar. Yani yenilenmeyi de onlar yapmış... Takımın ve rakiplerin durumuna göre eksiklerini giderip "üstüne koyacak" adamları da "nokta transfer" yöntemiyle edinmişler... Şimdi de en öne geçmişler... Beşiktaş ve Trabzonspor'dan söz ettiğim anlaşıldı herhalde. Sağlam ve Yanal yani... "Takımlarını" tanımak gibi bir hasletin yanına "takımları" tanımak avantajı da eklenince bu tabloyu hiç yadırgamıyorum. Bu gidişat, kayıpların muhtemel ve kabul edilebilir olduğu haftalara, onları "puan kredileriyle" sokacak ve muhtemelen yine "manzaralı teras dubleksinde" kalacaklar... Adet oldu ya, ben üç-dört hafta içinde bir aday belirtirim bu lig için... Bu yıl Beşiktaş ve Trabzonspor'dan çok ümitliyim... İkisi de "haldır haldır" bir saldırı içinde olmadıkları gibi asla "dolduruşa" gelmeyen bir oyun oynuyorlar. Ne yapacaklarını önceden iyi belirleyip ona sadık kalıyorlar ve onu aynen uyguluyorlar. Taraftarları da hiç olmadığı kadar "sabırlı" ve olgun... Yönetimleri ise "sakin" ve bilinçli... Kendilerine "aşık" olanların gözlerini açtılar, uzun süre "sabır" ettiler ve sonunda "sefere" çıktılar. ÜZÜM BAĞDA, BAĞ DAĞDA... Aragones ve Skibbe bu konuda bir hayli dezavantajlılar... Rakip tanımak, medyadan kaçınmak, ülkenin futbol terbiyesine ve görgüsüne alışmak, Tabata'nın, Mehmet Yıldız'ın veya Mehmet Topuz'un, hatta Taner Gülleri'nin ne demek olduğunu, maçı oynadıktan sonra öğrenmek gibi bir dezavantajdan söz ediyorum. Oysa Yanal ve Sağlam "bu işlerin" farkında olarak başladılar bu işe... Onu demek istiyorum... Antrenman bilimi, sevk ve idare etmek, otorite ve disiplin, hatta maç için veya maç içinde taktik geliştirmek konusunda ne eksikleri var Aragones veya Skibbe'den. Bana göre varsa; fazlaları vardır. Siz hiç Bundesliga'da başarılı olmuş bir Fransız, bir İtalyan veya bir Hollandalı duydunuz mu?.. Deschamps ve Trappatoni bile maymun oldu oralarda. Şampiyonluk yaşayanlar hep Alman... Siz hiç, İtalyan liginde başarmış bir Alman'a rastladınız mı?.. Bırakın şampiyon olmayı, iş bile bulamıyorlar orada. Terim bir uç örnektir orası için. İstisnadır... İspanya ve Fransa ve İngiliz ligleri demeyin bana... Bu üç ligde de İspanyol, Fransız ve İngiliz topçu mu var ki; derim size... Milli takım oluşturmaktaki sıkıntılarına bakın, yeter... O nedenle ben diyorum ki... Beşiktaş ve Trabzonspor; şayet kendi bindikleri daları kesmezlerse ve "kendi yumuşak karınları" devreye girmezse, iki çok önemli zirve adaylarıdır... Üzüm için bağa, bağ için dağa gitmek biraz meşakkatli bir iştir. O nedenle dikkatli olmak zorundalar... "Zirve" ile "Zırva" arasında bir tek sesli harf var... >> Baba Yıldırım!.. Aziz Yıldırım'ın bütün "anlık şiddet" gösterisine ve zaman zaman "kompülsesif neurotik" çıkışlarına rağmen, kalbinin iyi olduğunu ve yardımseverliğini hatta "bağışlayıcılığını" öğrenirim ve şaşırırım... Çünkü "baba" bir adamdır ama bunun sergilenmesinden hiç hoşlanmaz... Karizmasına yakıştıramaz belki de... Hani "erkek adam karı gibi güler mi?" ya da "erkek adam ağlar mı ulan?" şeklinde ortaçağdan öncesine ait bir "yaşam felsefemiz" vardır ya?.. Ona esir düştüğünü fark ederim... "Babalık yapmak" ile "baba olmak" arasında kalıverir aniden... Camiasından olmayana bile "babalık" yaptığını çok duydum, ama "baba" tavırlarını hiç bırakmadığını da duydum... Ben Serkan Acar konusundaki duyarlılığını alkışlamak istedim sadece... >> Bu oyun ancak Kadıköy'e götürür Galatasaray dörder dörder atıyor da medyası niye memnun değil?.. Başkan Polat, "Kadıköy" finalini hedef seçiyor. Doğru yapıyor... Çıtayı yükseğe koyuyor... Ancaaak... Sakatlar dönüp takım olarak savunmazlar ise, "orta karar" her takıma karşı: bir gün, kendi attıklarından daha fazla yemiş bulabilirler kendilerini. İşte o zaman Kadıköy'e giderler ama ancak Fenerbahçe deplasmanı için ve bir kez sadece... Bunu hissettikleri için "memnun" değil, dörder dörder gelen skorlardan. >> POST-İT Hamlet mi omlet mi?.. Galatasaray dört gol atıp bir deplasman zaferi mi kazandı, yoksa 45 dakika bir korner bile atamayıp Galatasaray ceza alanına bir kere bile girmişliği olmayan bir takıma karşı 20 dakika yenik oynayıp maçı riske mi attı?. İşte "Hamlet'i "omlet" yapan soru bu... >> Bir nikah dört cenaze Ankaraspor ile Ankaragücü söz kesti ve dedikodular başladı. Olası bir nişan söz konusu olduğunda ise kavga başlar. Nikah ise çok cenaze kaldırır. Çünkü bu nikahın ardında "siyasi" yatırımlar olduğu söylentileri başladı bile. Melih Gökçek Ankaragücü ile birleşip, Ankaraspor'un "lisans edinme" haklarını Göztepe'ye devredecekmiş ve bunun nedeni de İzmir seçimlerine yatırım imiş... Bu Ankaraspor'u "satmak", Göztepe'yi ise "satın" almak olarak yorumlanıyor... Bazı çevrelere göre ise... Ankara'yı satıp İzmir'i satın almak olarak da... >> S-ÖZ "Ellere körlük yakıştırır, kendi kamburuna bakmaz..." BİR TÜRK ATASÖZÜ >> Büyük takımlara kaybettiğinde, hedef rakiplerine kaybettiğinden daha fazla üzülen ve hakemden yakınan hocalar, kendilerine oynayan hocalardır...