Can dayanmaz bir derbi geride kaldı. Seyircisinin tempolu ve uzun süreli küfürleri, onlara Eurovision adayı bir beste gibi geliyor belli ki. Saha dışı ve içi gerginliğinde biri silindi kütükten. Derbiye canı mı dayanmadı, yoksa atılan maddelerden biri kulübeye yakın bir yerde maç yorumlamaya çalışan birinin kafasına mı geldi?.. Özetle; bir maç spikerinin "iyi futbol" ve "incitmeden eğlenin" hayalleri öldü pazar günü Kadıköy'de... ----------- Cami avlusu çok kalabalıktı. Tabut musalla taşına konmuş, etrafında bekleşenler koyu bir sohbete dalmış gibiydiler. Daha arkalarda yer alanlar ise pek sık olmayan bir buluşmanın şevkiyle hasret gideriyor ve neredeyse neşeli bir şekilde görüş alışverişinde bulunuyorlardı. Cenaze insanların buluşmasına neden olmuştu. Birkaç gözü yaşlı insan fark etmedi değil... "Kimbilir, ne acıları yarım bırakmıştır, kimbilir ne sevdaları vardı tamamlanması gereken" diye düşündü. Herkesin bir başrolü vardır ve ancak kendi hayatı için yazılmıştır replikler... "Genç miydi acaba ölen?" diye geçirdi içinden. Avluya girip daha yakından izlemeye karar verdiği sırada hoca cenazenin başına geldi. Duasına başlarken sordu cemaate: - "Merhumu nasıl bilirdiniz?" Cevap mırıltılı, tekrarında ise biraz daha coşkulu geldi ona. Yanındakine sordu: - " Neden öldü?.." Cevap alamadı. Sorduğu kişi, onu görmemişti sanki. Farkında değilmiş gibi baktı sorana doğru ve soranın arkalarında bir yere. Gerisinde duran iki kişinin konuşmalarını duydu ve kulak kabarttı: - "Daha gençti ya... Bir arızası da yoktu..." İkinci bir ses daha katıldı ona: "Bu derbilere can dayanmıyor işte. Sen maçı anlatırken git... Kalbi dayanmamış... Hiçbir kulübün amigosu da değildi. Borazanlık da yapmazdı." Arkaya döndü ve yıllardır birlikte maç izlediği adamı tanıdı... Hemen sordu: - "Afedersin be Osman. Ölen kimdi?" Yine ona cevap vermedi 40 yıllık dostu. O, orada değildi sanki. Çok sinirlendi... Neticede bir oyun olan F.Bahçe-G.Saray maçında ölmüş bir spor adamının cenazesinde olduğunu anlamıştı artık. Belki de kırmızı gördüğünde boğaya dönen ev sahibi takımın yönetici localarında maç izleyen yazarları tarafından hırpalanmış, ya da seyircinin biri kafasına bir şey atmıştı. Ölüm nedeni önemli değil, derbide ölmüş olması ve bu sezon kimin şampiyon olacağını öğrenemeden ölmüş olması üzücüydü. Onu görmezden gelenlere tam çıkışacakken, oğlunu gördü cenazenin başında ve ağlarken... Oğlu birinin cenazesinde ve ağlamak istemeyerek ağlıyordu sanki... İçi cız etti... İçi kanadı... İçi acıdı... Anlamaya başladı birden gerçeği... Son sevdası yarım kalan, daha hâlâ yapılmamış televizyon programları olduğuna ve onları bir gün yapacağına inanan, maç anlatırken mikrofon başında ölmek isteyen, karısına âşık, oğlunu iyi yetiştirmiş olduğunu sanan, birkaç kitap yazmış olan kendisiydi musalla taşında yatan... Oğlunun yanında vakarlı bir biçimde duran karısını gördü. Onunla gurur duydu bir daha... Maç spikeri, bir radyonun naklen yayınında anlatmaya çalıştığı derbide ölmüş ve kendi cenazesine gelmişti... ------ >>> POST-İT "Bu adamı vuracaklar, sonra da benden bilecekler" demek, bu adamı vurun demek değil midir?.. ------ > TEMİZ LİG ve TEMİZLİK... Şu malum olay ortalığı karıştırdı ya... Hâlâ devam ediyor kargaşa... Konuşan adam makbul olmayabilir. Bu nedenle "adam makbul biri değil, o nedenle iddia doğru olamaz" diyenlere, makbul bir adamın da iftira atabileceğini, ya da "adam makbul olsaydı söylediklerini doğru mu kabul etmeliydik", yaklaşımını sunmak isterim. Esas beni ilgilendiren ise üç ayrı tavrın fotoğraflanmış olması. Birincisi; F.Bahçeli ve el - etek öpücü yazarların, yani kölelerin beklenen refleksi göstererek hemen korumaya, korunmaya ve tabii ki kollamaya geçmeleri... İkincisi; köle olmayan F.Bahçe tutkunu yazarların, bilgelikten şaşmayıp hak ve hukuk arasında durup, Aziz Başkanlarına değil, camianın dinamik değerlerine sahip çıkmaları... Üçüncüsü ise; F.Bahçe ile bir spor kulübü olmaktan öteye bağları olmayanların sağduyu ile ön yargı arasında gidip gelmeleri... Üçüncüler kendi içinde ikiye ayrılıyorlar... Yakalamışken geçirmek... Ya da... Gerçekten TEMİZ LİG peşine düşmek.. Ama unutulmasın ki; TEMİZ LİG, TEMİZLİKten geçer. "Çünkü karanlığa lanet okuyacağına, kalk ve bir ışık yak" der Andre Gide. --------- > Federasyon istifra!.. Federasyon istifa çığlıklarından gına geldi. Şu hakem meselesini de gördükten sonra, hele Selçuk Dereli bile böyle yorumlar yapabiliyorsa, F.Bahçelilerin yatıp kalkıp bu Federasyon, bu MHK ve bu Tahkim istifa etmesin diye çabalaması gerekir, kanının son damlasına kadar. İstifa isteklerinden istifra edenler var... Daha ne istiyorlar?.. -------- > Halk ile halt Kulübüne köle olmak ile, kulübünün başkanına köle olmak iki apayrı şeydir. Başkanına köle olmak, bırakın bir yöneticiye, bir basit kale arkası taraftarına bile yakışmaz. Kulübüne köle olmak ise bir spor yazarına asla yakışmaz.. Çünkü köle satın alınır... Alınabilirliği vardır... Düşüncesi ise zaten yoktur. Çünkü o, köledir. Sezar... Hani şu Roma İmparatoru... Bir zafer dönüşü -ki zafer mi kayıp mı tartışılır-, Roma'ya girecektir... Halk, bir zafer kazanıldığını görsün diye, bu giriş görkemli ve masraflı bir törene dönüştürülür. Roma karşılar Sezar'ı bütün ihtişamıyla. O giriş sırasında Sezar'ın ihtişamı, belki Roma'dan bile büyüktür. Etrafına, yani halkına gülücükler saçarken, gözü bir el arabasında taşınan bir köleye çarpar. Tiranlığını markajlamak için ve insancıllığı ile halkına yakınlığını kanıtlamak istediğinden, yolunu birkaç adım değiştirir ve köleye yaklaşır. Köle kulağına bir şey söylemek istediğini anlatır işaretleriyle. Sezar eğilir ve kulağını kölenin ağzına yaklaştırır. Duyduğu ise asırlar sonrasına taşınacak bir ibret dersidir: - "Sevgili Sezar'ım. Unutmayın.. Yalnızca insansınız... Benim gibi..." O köleye ne olduğunu tarih kayıt düşmemiş. Belki de ülkesi uğruna silah kullanıp hapiste yatanlardan biri ayağından vurmuştur o köleyi... Kimbilir... Halk ile halt arasında sadece bir harf oynar... Bu konuda bir Türk büyüğü de önemli bir söz sarf etmiştir, geçmiş yakın zamanda... "Kula kulluk edene yazıklar olsun..." demiştir Orhan Gencebay... Temsil ettiği toplumu, müridi ve köleleri sananlaradır sözüm... -------- > S-ÖZ "Hak edilmemiş övgüler, genelde biçim değiştirmiş haksız eleştirilerdir." (Dale Carnegie) -------- > Kamış bir sepet, hasır bir torbayı eleştiremez... Çünkü ikisi de deliklerle doludur. Değişen tek şey deliklerin boyutlarıdır... (Ümit Aktan)