Biz mi davet ettik, yoksa F.Bahçe Cumhurbaşkanı Aziz Yıldırım mı, bilemiyorum ama zaman ve mekanın kaydığı bir yerlerde bir araya geldik. Kolay değil, solumda Şekip Mosturoğlu, sağımda müdür Söztutan ile kulak kulağa gelen bir Aziz Yıldırım. Yemeğe başlarken pek neşeli görünen ve bizlerden fazlasıyla esirgediği bir yüzünü gösteren başkanı izledikçe, bunu bizim mi göremediğimizi, yoksa kendisinin mi esirgediğini, ya da yanındakilerin mi kamufle ettiğini sorguluyorum. Cevabı bulamadan benim salatam, onun enginarı, ortaya da füme salamlar geliveriyor. > Vardığın yer kör ise sen de göz kırp Solumdan akademik görüşleriyle saldırıyor Mosturoğlu. Az sonra "Kanka" oluveriyoruz. Meğer, ne kadar görüş alış verişine muhtaçmışız da haberimiz yokmuş. İki arada bir derede "sporda şiddet yasası" üzerine yoğunlaşıyoruz. Buna ne kadar ihtiyacımız olduğuna ve bunun süratle yapılması gerektiğine inanan iki kanka, sonunda Gaffur ile Burhan gibi ortak bir noktada buluşuyoruz. Benin savım, F.Bahçe'nin ve cumhuriyetin sayın başkanının bizlerden yeterinden fazla esirgendiği şeklinde, onunki ise "Medyanın ima ederek suç işlediği" yönünde. Adam hukukçu... Bu konuda basit bir mübaşir kadar bile bilgim olmadığı için ilk raundu kaybediyorum. İki kroşe de, bir daha öte solumdaki Kurumsal İletişim Direktörü Mehmet'ten gelince "grogi" olmuşum üzerinize afiyet. Kendileri "Medya takip ünitesi" kurmuşlar çoktan da F.Bahçe haberlerine kim nasıl tepki veriyor, onun takibindeler. Kim art niyetli, kim yönlendirici ve ne kadar, yani... İki aya kadar sonuçları alınacak bir çalışmanın sonundaymışlar. Diyor ki, "Medya eleştiri yapmıyor. Yapsa başım üstüne. Medya yönlendirme yapıyor. Bizim şikâyetimiz ol nedenledir..." > Dost zindan kapısında belli olur Başkan öbür taraftan obstrüksiyon yapıyor ve yemeğin ortasından sonra başladığı "Davidoff cigar" ikram ediyor bana. Reddediyorum. Ya içi ilaçlıysa!.. İbrahim Usta dilekçesi olayını anlatıyor ve masa o arada sus pus. Konular Başkanın repliklerinin bitimine ertelenmiş... İbrahim Usta diye biri bana dava dilekçesi gönderdi. Celp yani. Hakkımda dava açmış. Medyanın bana söylettiği şeyleri derlemiş, suç unsuru oluşturmuş ve bunları bir "Collage" yaparak mahkemeye sunmuş. Ancak, kesip yapıştırarak oluşturduğu dava dilekçesinde aceleden şöyle bir suçlama vardı. "AKP Milletvekili Sayın Aziz Yıldırım'ın Bursa mitinginde söylediği şu sözler..." Gülüp geçtik tabii... Hepimiz gevrek gevrek gülerken başkanın sigarasını yakıyorum. Çakmağı 5 liraya satılanlardan. Üzerinde "bilmem ne lobby faaliyetleri" arması var, halk adamı yani... Amma, aynı zamanda da Cumhuriyet Başbakanı... > Adam, adam sayesinde adam olur Ekibi güçlü. Kalkan gibi önünde. Şekip; bana, Bıçakcı döneminde "Stat Güvenlik Komitesini" nasıl kurduklarını ve şimdi meyvelerin toplanmaya başlandığını anlatırken, bir diğer yönetici de stadın çimlerinin yenileneceğini, 30 santim altına boru döşenerek ilaçlama ve sulamanın otomatik yapılacağını, bu modelin aynen Emirates Stadı'ndan apartıldığını, hatta stadın altında Metan gazı bulunduğunu bilip bilmediğimi soruyor. Hönk diye kalıyorum da imdadıma Ünal Uzun yetişiyor. O da yönetimin önemli bir parçası. Benim de 25 yıllık dostum. Tam o sırada Söztutan; "saldırıların hedefinde olan Kemal Belgin başta olmak üzere", gazeteyi aslanlar gibi savunuyor, fakat ben "ikili sıkıştırma" nedeniyle imdadına yetişemiyorum. Naci ve Hasan diğer yandan bindirmeler yapıyorlar ama nafile. Başkan, aslında değme stand-up ustasından daha usta... Kırıp geçirirken, bana doğru eğilip "bunları yazma ama bak" demeyi de ihmal etmiyor. Hem hayat adamı, hem aristokrat, hem halk adamı, hem baskıcı, hem yumuşak, hem sert, hem herkesten, hem hiç kimseden... > Danışan dağlar aşar Zor iş be!.. Tam alacağımı alacak iken, masaya gel-git durumları başladı. Mehmet Ali Erbil geldi ve "Başkanım mafya ile yemek yiyorsunuz, hayırdır" dedi. Mafya dediği benim. Mekan Papermoon, yemeğin başında Aziz Yıldırım ve ben mafya... Sonra İbrahim Kutluay geldi, Demet Kutluay selamladı masayı, Turgut Yılmaz bir uğradı hepimizi ayağa dikerek, Okan Buruk ve Gökhan Şükür ha keza... Kimileri bağlılıklarını bildiriyor, kimileri makama saygıdan, kimileri de ileride bir gün belki işim düşer diyerek... "Futbolda artık dünya var. Dünya ile ortağız artık futbola. Real Madrid'in 7 yıllık yayın hakkı için kaç paraya imza attığını biliyor musun?" Buyurun ikinci hönk... "Tam 1.2 milyar dolar..." "Başkanım bu akşam para konuşmayalım" diye geveliyorum. Bunlar benim nasıl yazılacağını sorup soruşturmadan, bir kerede doğru yazmayı beceremeyeceğim rakamlar... Geçiştiremiyorum konuyu tabii ki... Veriyor da veriştiriyor yabancı meselesine ve de yayın hakkını üleşme sorununa. "Yazma bunları haaa..." diyor ve ben "somon ızgaramı" son kez ısırırken, neyi yazıp neyi yazmayacağımın doruklarında geziniyorum. > Dede koruk yerse torunun dişi kamaşır Kesin bir etkileme seansı tertiplendiğini sezmiyor değilim, ama etkilendiğimi yazmamayı da kalemin namusuna yediremiyorum. Neşet Yalçın masaya uğradığında geceyi hanımlarına adayan masasından dolayı fırçayı yemiyor değil. Ama Aziz Yıldırım "Cigar üstüne cigar" yaktıkça durdurulamaz oluyor. Federasyondan giriyor, diğer kulüplerden çıkıyor. Ama, ikide bir "yazma bunları ama" dediği için ben ne yazacağım peki... Yemeği üstüne de dökmüyor ki size ihbar edeyim... Mükemmel damak zevki var, usturuplu yiyor ve anlatıyor durmaksızın. Hepsi manşet. Her cümlesi olay... Ama ben "yazma" komutuyla dondurulmuşum habere karşı... Bir "liselinin" bir "F.Bahçe Başkanı" ile yemek yemesinden daha kötü ne olabilir ki!.. Allah'tan solumdaki Şekip'in yakın markajı ve Bülent'in kurduğu baraj var da biraz "görgü ve bilgi" alış verişinde bulunabiliyoruz. > Anası yalancı olanın babası dilenci olur Araya sıkıştırıyorum güncel bir soruyu. Kupa maçı için İnönü'ye gidip gitmeyeceğini soruyorum. Maksat haber olsun. "- Gitmem... Ne işim var" diyor yemeğin sahibi Sayın Başkan. Mosturoğlu ise açıklıyor kulaktan kulağa sohbetimizde: "- Başkan küfür olacağını bildiği için gitmiyor. Küfüre çanak tutmak istemiyor yani." Yani Aziz Yıldırım kupa maçının ilkinde İnönü'de yok. Tekrar çimlere dönüyoruz. Suni çim de konacakmış ve gerçek çim ona sarılacakmış ve yıpranma sıfıra inecekmiş. Sanırsınız ki, evinin balkonunu çiçekliyen emekli devlet memuru... Başkanla şeytan taşlamaya devam ediyoruz anlayacağınız. Durup dururken ekliyor Sayın Başkan: "- Kimse karnından konuşmasın..." Haydaaa.. Kimi kastediyor ki acaba?.. > İtle dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak evladır "- Sizde bu kısmet varken stadın altından Metan gazı değil, petrol bile çıkar da Chelsea'yi pilot takım yaparsınız" deyiveriyorum. Gülüyor Sayın Başkan. Zaten gece boyunca çok güleç... "Yavuz'un minibüsü" adlı programdan ve taklidinden söz ediyorum masa biraz daha gevresin diye. "- Biliyorum..." diyor. "- O Yavuz'dan telif istedim. Adımı kullanıp taklidime program yaptırıyor." Neşesi yerinde ya; cesaretlenip söyleyiveriyorum içimdekini: "Başkan... Bu yeni halinizi çok beğendim. Hep hepimizin takımı olan F.Bahçe'yi bizlerden alıp F.Bahçelilerin takımı yapmıştınız. Bu güleç, bu paylaşımcı halinizle F.Bahçe sadece F.Bahçelilerin değil, tekrar hepimizin takımı oluyor. Sağolun F.Bahçe'yi tüm futbolseverlerin kullanımına açtığınız için..." Bu söylediklerim Şekip'ten destek alıyor. Başkan mutlu... "Bak Ümit... Bana zarar verecekler diye F.Bahçe'ye zarar veriyorlar. Buna izin veremem. Onun için bizi farklı gördünüz. Şimdi, evet bizler de biraz daha farklı yaklaşıyoruz bize art niyetli yaklaşmayanlara. Konu F.Bahçe olduğu zaman babamı dinlemem." Başkan kararlı yani... Sonrasında yemek sona eriyor başlangıcından 4.5 saat sonra. Benimle gitmesi gerekenler anılarıma yerleşiyor, paylaşabileceklerim ise bu sayfaya... ------------------------ > Müdürdür... İyi yazar... Son yıllarda okuduğum en güzel maç yazısını müdür Sadık Söztutan yazdı. Norveç ile seyircisiz maç oynadık ve onun maç yazısı 300 Ispartalı'nın tribün şamatasını çok güzel anlattı.İçi dolu, edebi değeri haiz, lezzetli bir yazıydı... Eline sağlık müdür... Artık bu köşeyi de biraz genişletirsin umarım!.. ----------------------- S-ÖZ Kardeş kardeşi bıçaklamış, sonra dönmüş kucaklamış... ----------------------- POST-İT Richard Kingston'u Türk yaptık ve adını Faruk Gürsoy koyduk. Adam 13 yaşından beri Türkiye'de. Dünya Kupası oynadı ve son Brezilya-Gana maçını da başarıyla geçti. Amaaa... Geldi askerlik ve Faruk Kingston tüyüverdi. Ankaraspor'u bırakmış ve Hammarby takımına kaleci olmuş. Bir daha da gelmeyecekmiş... Bu ne biçim Türk vatandaşlığı allasen.. (Ümit Aktan) ------------------------ Necati Ateş ve Hasan Şaş... Acımasız eleştirdiğim iki isim... İkisi bir olup müthiş bir maç aldığına göre özür de erdem olmalı değil mi?