Belki de ilk defa iki büyük takımın maç sonucu bu kadar önemsizdi. Zaten pankartlar ve birlikte yapılan seyirci ziyaretleri sayesinde maç bir futbol gerili değil bir 'futbol şöleni' vaat eder hale gelmişti.
Gerginliğin tam tersine büyük bir 'nezaket' içersinde başladı maç 19.05'te...
Temposu kontrole dayalı bir mevsim sonu oyununda, Trabzonspor'un sol kanadında Zeki'yi yalnız bıraktığı için oradan bolca atak yediğini gördüm. Riera, Çolak, hatta Drogba o kanadı evlerinin salonu gibi kullandılar ama final pasları özürlü olduğu için sonuç elde edilemedi.
Oradaki deliği yamamak için Giray'ın da olağanüstü mücadele verdiğini söylemeliyim.
Bu tür denemelerden birinde yine soldan üretim bir pozisyonda Galatasaray golü buldu.
Aslında maç başından itibaren bir 'geriye sayım' maçı gibi duruyordu...
İkinci yarıda Tolunay Kafkas takımın ihtiyaç duyduğu 'hayat suyunu' kulübeden sürdü ama Olcan da arkadaşları gibi aklı kupa finalinde ama forması bu maçta olan bir görüntü verdi.
Sonra Amrabat çaldığı topu Kral'a bıraktı ve onun belki de ilk kez çevre kontrolü yaparak sürüklediği top maçı adeta orada bitirdi.
Gerisi kupa törenine giden saniyelerden ibaretti.
Uzun zamandır rastlamadığımız derecede 'bir tatlı huzur' sundu sahadaki futbolcular.
Tekmesiz tokatsız, itiş kakışsız da büyük maç oynanabiliyormuş dedirttiler bana...
Özetle...
Biri kupası için, diğeri finali için geriye sara sara oynadıkları maçta centilmenliğin ve zarafetin doruklarında gezinerek alkışı analarının ak sütü gibi helal ettirdiler bana...