Herkes son iki haftanın Serdar Tatlı'sını konuşurken başladı maç. Oynamazken 1-0 öne geçen G.Saray, oynayamazken 2-0 ediverdi durumu. Antep'i kopardı puandan, kendisini ihtimal sıkıntıdan. Ondan sonrasını "babam da oynar" diyeceğim ama kıyamıyorum beş parasız oynamak zorunda kalıp da hakemlerin kurguladığı ligde ayakta ve hayatta kalmaya çalışanlara. Kanatlardan gelemeden 3 puan cebe girmiş... Faruk'u bolca ileri çıkarıp, o bölgeyi savunmayı unutan rakibin bu sakarlığına karşılık, Hasan Şaş hep içeri içeri oynuyor. Uçkuru dokuz yerden kopmuş Antep ise az gelip çok kaçırıyor ve kalmamış lüksünden kullanıyor mutlak golleri atamazken. Tek ayaklı Orhan'ın kaçırdığı son umut Veysel, kendini dışarı aldırarak meseleyi kökünden çözüverdi. İkinci yarıda oyuna giren Lazarov iki deparda G.Saray'ın ne kadar kötü bir takım savunması olduğunu gösterdi. Bir fazla oynayan lig ikincisi, ortadan delemiyor ve ortadan deliniyordu. Ama bu da 15 dakika sürdü. Bir kişi eksik oynayıp tam saha oyuna giren Antep, yoruldu ve ellerini kaldırıp "benden bu kadar" dedi. G.Saray'ın attıklarından, Antep'in atamadıklarından dolayı kendi adıma bu farkın beni tatmin etmediğini söyleyebilirim. Çünkü fark iyi oyunla değil, bireysel üstünlüklerle gelmiştir. Yarışta ikinciliği artık kabullenmesi gereken ve birinci olması bu şartlar altında asla mümkün olmayan G.Saray, açık oyunu tercih eden bir rakibin bıraktığı arazilerden bolca yararlanarak farkı tarihleştirdi. Antep'in tehlikeyi sırtında hissetmesi artık "acıyla dans" anlamına gelirken, G.Saray'ın "aç insanlara mahsus kaplan gözü" olmadığını ve sadece "hakemsiz olarak rakibinden bir fazla attığını" ve bunun tadıyla yetinmesi gerektiğini söyleyebilirim. G.Saray yendi ama 6 fark olmasının nedeni şansı ve Antep'in yenmeye oynamasıdır. Herşeye rağmen pazarın altısıyla, cumartesinin beşini karşılaştırıyorum. Pazarınkinde "daha fazla ter ve biraz da şans var ama hakem asla yok" diyebilirim.