Davet hak gelmeyen ahmak
29 Ocak 2008 01:00
Başkalarının marifetiyle ikbal sahibi olmak
"Adam 10 eksikle dışarıda 4 atıp lider olmuş, şimdi eleştirinin sırası mı" demeyin. "Dost iyi günde konuşur, kötü günde arka çıkar" derim hemen...
Futbolda "hata - ayıp - günah" üçlemesi hep vardır ve hep de olacaktır.
G.Saray 4 değil 14 atsaydı da lider olamazdı, şayet Sivas kendi evinde silindir altında kalmasaydı.
Yani hep başkalarının "marifeti" nedeniyle "ikbal" sahibi olabilmekten söz ediyorum.
Biraz daha geriye gidelim...
G.Saray'ın son şampiyonluğu, bir başkasının şampiyon olamamasından kaynaklanmıştı. Sonra Austria Wien takımını bile yenemediği için, yine bir başkasının "marifeti" sayesinde UEFA grubundan çıkabilmişti.
Ardından OFTAŞ'a parçalanmış ve yine bir başkasının "marifeti" sayesinde Fortis Kupası'na devam etme şansını elde etmişti.
Bunu hazmedebilmek pek kolay iş değildir.
Senelerdir süren Kadıköy hüsranı, şimdi kucağında bulduğu kupanın hemen eşiğine gelen aşamasında yine sürecek mi diyerek, ligin zirvesinin tadını çıkaracaklar iki haftalığına.
G.Saray değişiyor... Kolay değil... Doğum kanlı oluyor, sancılı oluyor, ebemiz Kalli amca bazen acil müdahalelerde bulunuyor ve sezaryen uyguluyor, hatta yönetim sık sık suni sancılar metodunu uyguluyor.
G.Saray'ın ilacı, ligin boşluğunda zirvede kalıyor olması ve Kadıköy'e kupa için lider olarak gitmesidir.
Ama bu durumda yeni bir Kadıköy faciası, doğum sancıları çeken G.Saray'ın "düşük" yapmasına neden olabilir.
Çünkü bundan sonrasında G.Saray'ın sıkıntısını çözecek ve işini halledecek başka bir takım yok artık... Hem doğum yapacak, hem de göbeğini kendi kesecek...
Daveti hak kabul edip geldiler. Ancak benim gördüğüm bir başka fotoğraf var:
Avrupa'dan elenmiş, kupada gruptan çıkamamış ve ligin dördüncüsü olmaları işten bile değildi...
Şunu unutmayalım ki; bugüne kadarki bütün davetlere hep "başkasının davetiyesi" ile girdiler...
ZIRVADAN ZİRVE ÇIKTI
Ankaragücü maçı öncesindeki deprem zırvadan öteye bir şey değildi.
Kötü oynayan ve yanlışların tümünü bir maça sığdırmaya çalışan Sabri'nin kulağı çekilmeliydi. Tamam... Hatta o kulağı ısırıp koparmak bile gerekirdi.
Bu düzeyde bir takımın içinde "sokak çocuğu" edasıyla "street ball" dediğimiz oyunu oynamaya hakkı yoktu. Topları dikip kurda kuşa atmaya hiç hakkı yoktu.
Ama evin haylaz çocuğunun da bir çapı vardı ki, onu düzeltmek ve doğrultmak, hatta deyim yerindeyse "yontmak" Kalli gibi bir deneyim abidesinin işiydi...
Transferleri yapıp, sakatlıkların hesabını sormak da yönetimin.
Bir sonraki maçta takımın dinamiklerini oluşturabilmek için yeni zırvalar üretmek: Yani birilerinin kadro dışı bırakmak için oyuncusu kalmadı ki Kalli'nin...
Yolunu kesenlere boyun eğen G.Saray, zaten yeteri kadar "Deli Dumrul" ile uğraşıyor, bir de kendi içinde yeni zırvalar üretirse, işin altından kalkamayabilir.
Bu bir "iyi gün" eleştirisidir.
Son Ankaragücü maçında rakip kötü oynayıp yaptığı hatalar nedeniyle 4 yiyip yenilmiştir, Sivas'ta ise rakip iyi oynadığı halde F.Bahçe daha iyi oynayıp yenmiştir.
G.Saray'ın rakibi gol yer, diğerleri rakibe gol atar...
Bu benim değil, G.Saray'ın önünü kesmek için çabalayan "tetikçi Deli Dumrul" efsanelerinin yorumlarıdır.
G.Saray Yönetimi ve teknik kadrosu da buna çanak tutmaya devam etmektedir.
>> Cisse'li harikalar kumpanyası
Adam ne top oynamaya başladı!
Derdi Koray idi galiba ve o gider gitmez döktürmeye başladı.
Tutuyor, kesiyor, veriyor ve hatta atıyor.
Delgado'nun bir - iki hünerli hareketi onu gölgede bırakıyor gibi ama bunu kremaya olan düşkünlük nedeniyle ekmeği gözden kaçırmaya benzetiyorum.
Harikalar üreten Beşiktaş maçları daha zevkli hale getirmeye çalışıyor, rakibine avans veriyor ve bu nedenle başarılı kumpanyanın Cisse'si gözden kaçırılıyor.
Cisse'nin sunduğu futbolun cüsse'sini dikkatli izleyin lütfen...
>> www.gazeteport.com
Bu sitede ilk defa başlattığımız bir eylem var.
Eylem dediğim benim bazı anıları yazdığım ama bunları seslendirerek müzik eşliğinde sunduğum üç - beş dakikalık bir sunuş...
Yavuz Semerci'ye önereceğim; çünkü bu konuda bana ulaşan çok mesaj ve istek alıyorum. Bundan böyle bunları görüntülü hale getirmeyi deneyeceğiz...
İnternet ortamında küçük bir stand-up olacak yani...
Bu konudaki fikirlerinizi bekliyorum.
>> Sen, ben, o... Biz, siz, onlar...
Onur Şahin... Pırıl pırıl bir genç kardeşimin ekran ve mikrofon yolculuğunu dikkatle izliyorum.
Hâlâ daha "maçı anlatan o çocuk" ama isterse çok yakında "Onur Şahin'in anlattığı maç" haline getirir bir maçı.
Önündeki doğru örnek Melih Şendil ağabeyidir ve artık önündeki tek örnek olarak kalmıştır.
Ancaaak..
Televizyon programında Ahmet Akcan'a "Sayın Hocam... Siz" derken, Bünyamin Süral'a "Sizin başarınız" filan derken birden bire Bülent Uygun'a "Senin durumunu... Bülent sen..." diye cümle kurma...
Yıllarca yürümek istiyorsan hep bıçak sırtında dolaşacaksın...
>> POST-İT
OFTAŞ'a 2-0'dan 3-2 maçı vermiş...
Soyunma odasında üzgün ve OFTAŞlı bir yönetici ona doğru geliyor ve Abdullah Avcı formatına saygım ve güvenim, hatta inancım kendini ikiye katlıyor.
Avcı aynen şunları söylüyor:
"Pırıl pırıl bir takımınız var. Benim en beğendiğim takım. Bu takımın ruhundan futbolu çıkarıp atmayın. Futbolun ruhunu öldürmeyi öğretmeyin onlara. Koruyun lütfen bu takımı..."
Yenildiği rakibi için söylüyor bunları...
Çünkü OFTAŞ futbolun ruhuna ihanet etmeye başladı ve kazanmak için "her yolu mübah" görerek oynuyor artık.
90+1'de rakip faul atacak iken kaleci Recep kale arkasından bir top alıp sahaya atıyor mesela... Yardımcı ise neyin yardımcısı ise gördüğü bu hareketi görmezden geliyor... Devam Abdullah Avcı...
>> S-ÖZ
Allah cevizi verir ama kabuğunu kırmayı insana bırakır.
>> Kimi evinde yemek yapar ve mutfak batar, kimi de en iyi restorandan yemek söyler. İşte birinci ile ikincinin farkı...