Sergen ve Ergün'den bahsetmek istiyorum. Bu bayram kurban olarak onları seçtim. Birdenbire Sergen'in Del Bosque'ye kefil gibi davranması ve bayram öncesinde açılıp konuşması benim yorum duygularımı tahrik etti. Sergen değişiyor. Yaşlanıp kilo almasının yanı sıra futbolu gelişiyor ama artık yapacak gücü kalmıyor. Gücü varken de yapmayı bilmiyordu. Bir çok yerinde haklı olduğu açıklamalar yaptı. Mesela Del Bosque'nin kimsenin yakalayamadığı ve fark edemediği bir sistemi getirdiğini iddia ederken Türk futboluna kafa yoranlara biraz haksızlı etti ama olsun. Türk futboluna kafa yoranlar da ona zaman zaman haksızlık etti. İsterdim biraz daha açsın şu anlaşılmaz ve bizim aklımızın yetmediği, zaman zaman santrforsuz, sağbekte A.Hassan ve göbeği sürekli değişen sistemi de kafamız bu kadar bulanmasa. Şu değişime biz de ayak uydurabilseydik sayesinde. Sergen bizi mazur görmeli, aklımız yetmediği için Del Bosque'ye. O bilge adama... Yalnız Sergen ve Del Bosque omuz omuza verdilerse bunun altında iki şey aramak da benim hakkımdır. Ya ortak bir ganyan bayii açacaklar, ya da boğa güreşleri iddaa kapsamına alınıyor!.. Ergün Pembe... Kemiktir ve bir istikrar abidesidir. Auf Arena Stadı'nda 6 ay ara verdiği kariyerinde hafiften dönüş yaparken aranan lider tavrıyla sol ayağını servise sunduğunu gördüm. Ardından ortanın ortasında oynamakla daha yararlı olduğunu söylüyor ki, bana göre mutlak haklıdır. Schalke karşısında 50 dakikalık yerden ve ayağa resitalde onun imzası maçın altına net bir şekilde atılmıştır. Biz bu iki yıldıza da; karakterleri ve hayat tarzları çok farklı olsa da, sol ayakları ile "sahanda yumurta kırabilecek" kadar yetenekli bu iki solağa alıştık. Hem de fazlasıyla alıştık. O kadar alıştık ki, kanıksadık onları... Yaramaz olanından "el öpen bayram çocuğu" efendiliğini bile istemeye başladık. Uslu olanından ise "formaları da yıkamasını" bekliyoruz. Bu iki insan bizden süratli değişiyor ve biz değişmeyen tek şeye ayak uydurmakta zorlanıyoruz. Hayalet avcılığı Gösterecek gövdesi kalmamış bir takımın gurbetçilerin önünde yaptığı gövde gösterisi mükemmel ve mâmur bir şölen oldu. İçerideki kısmi başarıları çok güzel ve başarılı bir şekilde paraya çevirmenin yolunu bulanlara, ülkenin Batı'ya açılan penceresi olan G.Saray yurt dışından maddi akışı sağlamanın yolunu da aştı. Üstelik onurla... Onur satarak, satarken onur alarak, alırken onur vererek para bulmanın erdemini gösterdi. Para ile onuru yan yana koyduğunuzda, onuru seçenler elbet bir gün parayı da bulur. İşte G.Saray'ın seçtiği yol. Ama para ve onurdan, parayı seçenler onuru hiç beklemesinler. Çok popüler olabilirler ama tanınmışlık asla onurun garantisi olamaz. Almanya'da maç öncesinde olanları izlerken gurur duydum... Bir Türk olarak oyundan da gurur duydum... 50 dakika oyundan keyif alan G.Saraylı futbolcular vardı sahada. Ve bu takım Avrupa'da olmamasına rağmen "gurbetçilere antibiyotik" olmaya devam ediyor. Onlar Avrupa'da hâlâ saygın. 50. dakikadan sonra oyuna giren gençleri Florya'daki çift kalelerde "aksesuar" olmaktan öteye geçirip "idman yeleği işgal etmekten" kurtarırsa G.Saray, işte o zaman geleceğini de onurla paraya çevirmiş olur. Aksi takdirde Hagi'nin Almanya'da yaptığı "hayalet avcılığı" olur. Çünkü G.Saraylı, ama gerçek G.Saraylı, şampiyonluk hayalinden sadece gelecek oluşturulduğuna inanırsa vaz geçebilir. Aksi takdirde Hagi G.Saray taraftarının "kafasını karıştırmaya, beynini buruşturmaya, zekâsını dürüm etmeye" devam eder. Her şeye rağmen G.Saray'ın arifeyi Arena Stadı'nda gördüğünü gördüm diyebilirim. Boş zaman biriktirmek Ersun Yanal boş zaman biriktiriyor. Kendisine "kaçtı dedirtmem" diyormuş. Ersuncum sana kimse "kaçtı" demez, aslanlar gibi "gitti" der. Sen birikimleri dolu dolu boş zaman olan bir genç hocasın. Gitmeye gidemiyorsun. Kalacaksın ama kalamıyorsun. İstiyorsun ki, sözleşmen fesh edilsin ki tazminatın ödensin. Federasyon da bıktırıp gitmeni istiyor. Oysa sen Hakan Şükür'ün altında kaldın. Antalya'da çalışıyormuş gibi filan yaptın. Patronların Hitzfeldt pazarlığına bile girdi. Gidememek korkmaktır, gidebilmek yürektir, istifâ ise erdemdir. Dünya üçüncülüğünden üçüncü dünyaya Türkiye iç kavgalar ve ehliyetsiz sürücüler sebebiyle, yakaladığı dünya üçüncülüğünden üçüncü dünya takımları durumuna düştü. Oysa, Avrupa Şampiyonu bir ülkenin iki güzide takımı Panionios ve Olympiakos bir küçük kavga sonrasında puanları silinip anormal cezalara çarptırılarak Yunanistan'ın bizim asla yapamayacağımız bir şeyi yapmaya çalıştığını gösterdi. Ceza caydırmak içindir, kayırmak için değil. İki güzide kulübünü de darmadağın ediverdi Avrupa Şampiyonu. Ama dünya üçüncüsü, tiyatroyu en önden izleyerek sahnede ne olup bittiğini anlamadı ve üçüncü dünya ülkeleri durumuna düştü. Başka takımın sözleşmeli oyuncusunu ayartıp alanlar, ev sahibinden fazla esip gürledi ama 1 milyon euroluk ceza yanlışı doğruyu belirleyiverdi. Kimsede tık yok. Demek ki; F.Bahçe Cavcav'ın "Deniz"ini kural dışı ve yasa dışı ve ahlâk dışı transfer etmiş. İpi çekilen hakemler, teşvik kanıtları, eşit olaylara farklı cezalar ortalıkta gırla gidiyor. Sattığı adamın kendisine karşı oynatılmaması garabeti sadece bizde görülüyor. Teşvik iddialı iki başkandan birinin kendi televizyonunda "basına çemkirmesinin" akşamında Papermoon'da töhmet altındaki başkanla birlikte "iki lokma atıştırmaları" bir muz cumhuriyeti tavrı ve üçüncü dünya ülkesi davranışı değil midir? Denklem Alex iki yıl öncenin G.Saray'ına gelse "maskara" olur ve döner, Felipe bugünkü Fener'e gelseydi "daha beter yıldız" olurdu. Anelka ile Plesan denklemini buna göre kuralım. Ya bir yıldız takımını "adam" eder, ya da bir takım yıldızını "maymun" eder... S-ÖZ Katil arıyorsan, maktülün dostlarını soruştur. (Agatha Christe) POST-IT Bir yıldır "eti sizin, hadi kemiği de sizin ama derisi benim" diyerek eleştirdiğim bütün kişi ve kurumlar başta olmak üzere cümle âlemin Kurban Bayramı'nı kutlarım. (Ü.A)