25 yaş altında bir Milli Takım'ın, oturmuş ve sağlıklı bir takımla maçı gibi baktım maça. Çağımızın artık geçerli bir yöntemi olan "Doğaçlama futbol", bize üstünlük sağladı. Hayret ettiğim şey, üstünlük sağlayan "İçgüdüsel" oyun anlayışımızın "Disiplinli oyun harikası" Gana karşısında üstün görünmesindendi. Maçın başlarında uzun süre rakip kaleyi göremedik. İlk gördüğümüzde ise Nihat'ın muhteşem sağ ayak içi ile kardeşimiz, dostumuz Faruk Gürsoy'u, pardon Richard Kingston'ı esir aldık. Biz öndeyiz ama onlar kupada, biz yokuz... Bu işteki tuhaflığı düşünüyorum hâlâ. İkinci yarı başladığımızda ben hâlâ 2-2-2-2-2 sistemimizi arıyorum. Bulabildiğim tek şey, "Total futbolun doğaçlama versiyonu" oluyor. Hiç de fena oynamazken Uğur Boral'ın hücumdaki sevdalardan dönüşü gecikiyor ve oradaki boşluktan bir gol yiyoruz. Caner'e oranla savunması zayıf olan Uğur'un kanadından başka da yiyebilirdik. Son 20 dakika ise ön liberolu tedavi yöntemi uygulanıyor. "Ben bu takımda çatır çatır oynarım" diye bağıran Hasan Kabze'nin pozisyonları bize gol getirmiyor. Ama ben bu kadroyu ve bu anlayışı ve hatta bu seyahatte denenen şeyleri çok beğendiğimi söyleyebilirim. Özellikle benim kadromda doğaçlama futbolun realist adamları olarak İbrahim Toraman-Servet ikilisini ve Hasan Kabze ile süslenmiş bir hücum anlayışını fazlasıyla destekliyorum. Özetle; sonuçlar önemli değil ama biz bu maçlarda resmen bir duvar örüyoruz, tuğla üstüne tuğla koyuyoruz ve araya harç serpiyoruz. Dünya Kupası'nın sürpriz beklenen ekibine 23 yaş altıyla üstünlük sağlayabiliyorsak demek ki doğru yoldayız... O zaman hep birlikte "Doğaçlayalım arkadaşlar"!.