Doğru; ortaya çıkmamış yalandır

A -
A +

Kendilerinin ilân ettiği ve bir nevi "bağımsızlık ilânı" demek olan, "cumhuriyet" içinde kurulan "diktatörlüğün" başkanı olarak, kendilerini bağlamışlardır dünyalarını "kısır döngüden" ibaret eyleyerek sınırlı ve sinirli başarılara... Yanlışı, yeni bir yanlışla kamufle ederek... "Sarı Lâci" gecelerine "can düşmanlarının" ikinci en önemli adamı gelmiş, hatta gelebilmiş, Turgay Kıran "kronik zarafetiyle" üstü zeytin dolu bir dalla oturmuştur sofralarında. Bizzat başkan, 6 Kasım'da 6 kez elini sıkmıştır "cumhur başkanının". 2 kez de geliş ve gidişte, toplam 8 kez... Kendileri ise rakibin şeref tribünü önünde "merdivenlere" sallayarak, yenilgisine kılıf aramıştır. Sanki merdivenler boş olsa, o gol girmezmiş gibi... Hocasına kanmış ve kandırılmıştır. "Kimse mâsum değildir. Mâsumiyet, bir suç işleyene kadar geçen sürenin adıdır" diyor Judge Dred. O, böyle kabul ediyor cumhuriyetinden olmayanları. Gerçek, arpacık kadar yakınken gözlerine, başkan sancıyla, acıyla beslenenlere forma satarak "kontör basıyor" ve uzun zamandır "masada kazandığını" söyleyebilecek kadar "kör, parmağım gözüne" cüretiyle sallamalarda bulunabiliyor. Onun felsefesindeki yollar bellidir... "Bir iş yaparken üç yol vardır. Daha doğrusu üç yöntem. Birincisi doğru yöntem, ikincisi yanlış yöntem. Üçüncüsü ise benim yöntemim." Medyasının güdümüne kapılmış gittiğinden, hocası da bunu çok iyi bildiğinden, Semih ile bile kolaylıkla geçebileceği maçları, onlarca milyon euroluk adamların "yürüyen ayak sesleri" sessizliğinde yitirip gidiyor da, hâlâ kabahati dışarıda arayabiliyor. Malatya'da havaalanına ilk adımı son basamaktan inerek attığında, kendisine bir demet çiçek sunanları azarlayabiliyor ve "arkada birine verin" diyerek küçümsüyor. Davet edildiği yemeğe de gitmiyor. Neden? Çünkü, önce başkan değildir, önce "müteahhit"tir de ondan. Çünkü, kendileri kimseyi sevmemektedir de ondan dolayı kimsenin kendilerini sevmediği yargısına varmaktadır. "Tecavüz, kadının iş bittikten sonraki fikridir" diye düşünmektedirler. Bu kadar acımasız ve despot bir yönetim uygulamaktadırlar. Söz konusu olan kendi takımı ise; "ortada" ve "adilâne" maç idare etmek bile "cesur hakem" damgasını yiyebilmeye yetmektedir. Doğru dürüst bir maç yöneten Cem Papila için ne diyorlar? "Cesur hakem" ya da "işte hakem" diyorlar. Borsasını doğru kurgulayan, çok akıllıca bir hamle yapan ve gelecek yılların doğru yapılanmasına sabırla hazırlanan Atay Aktuğ... Ve adam gibi adam olan hocası Şenol Güneş... bir yanda... Acılarını katık etmeyi öğrenmiş, küfürü kapının önüne atmış, doğru hocaya yatırıma hazırlanan Yıldırım Demirören... Ve ölüyü ayağa kaldırıp oynatabilen hocası Rıza Çalımbay... bir yanda... Her türlü şart altında el sıkabilen, zarafetin göstermelik değil, bir yaşam biçimine dönüştüğü Özhan Canaydın... Ve topçusu için taraftarla kapışabilen hocası Gheorghe Hagi... bir yanda... Doğru, ortaya çıkmamış yalandır yaklaşımında yaşayan, elinde bir kılıfla dolaşmaktan bıkmayan, düşman sandıklarını korkutup sindiren ama dostlarını ancak menfaatle satın alabilen Aziz Yıldırım öte yanda... Ve "bize karşı böyle oynamamaları gerekirdi" fikrinden başka hiç bir fikri olmayan "eurojonglörü" Christoph Daum... bir yanda... Biraz daha "beynimize jimnastik" yaptırdığımızda ulaşılan nokta, "doğru diye bir şeyin olmadığı" ve "her şeyin yalan olduğu" olacaktır ve buradan da Avrupa ve dünyayı hâyâl edenlerin, Türkiye ile yetinmek zorunda kalacağıdır. O da "masada" kalmazsa... Ya da hâlâ "sahada" oynanıyorsa... Çünkü... "Döve döve" yenebileceği takımlar bitti gibi... POST-IT Bir keresinde birisine "hanımefendi" dedim. "Kelimeye eziyetten" yargılandım. Bir daha birisine "hanımefendi" demek için iki kere düşüneceğim. "Hanım" ve "Efendi" olup olmadığını öğrenip ondan sonra kapasitesine geçeceğim. "Prototip" ve "Hanımefendi" aynı anda olunamıyormuş çünkü. Onlar ancak olsa olsa "protofendi" ya da "hanımtip" olabiliyorlarmış. (Ümit Aktan) Bi koşu gidip hisse alasım geldi!.. Başkan Atay Aktuğ ve yönetim kurulunun kalitesi, ilk kez bu denli yakından görülüp, "dayanışma ve içtenliği" bir yemekle ilk kez bu denli tutulur biçimde hissedildi tarafımdan. Soğukkanlı ve bilinçliydiler... AŞ. ve başına Şenol Güneş, önümüzdeki 10 yıla damgasını vuracak bir projedir. "1 yıl verip 10 yıl kazanmak" doğru yatırımdır ve kaldı ki; o bir yıl da verilmemiş, alınmıştır bana göre. Deniz Yatırım'la uyum sağlamak, "gelecek ihtimali olan garanti parayı peşin satmak" kulübü rahatlatacak, yatırımcıyı garanti altında tutacak ve herkesin kazanacağı bir proje sonucu % 25'lik halka arzdan kasaya 25-30 milyon dolar girecek. Bir "üst yapı dâhisi" olduğuna inandığım "doğru kimlik Şenol Güneş" yeni kadrosuyla geleceği kuracak. Bu hoca "bostanda" yetişmedi. Kimliğiyle, kariyeriyle, her basamakta döktüğü teri en üst düzeye taşıyarak ve tabii ki adamlığıyla geldi. Bakmayın son iki yenilgiye. Sahada yenildiler, masayı bilemedikleri için... Zaten başkana, kente ve hocaya inanıyordum. Bir araya gelerek oluşturdukları "sinerji" beni daha da fazlasına inandırdı. O gecenin ardından "gidip hisse alasım" geldi... Bayanlar üç bant... Avrupa Bayanlar Üç Bant Bilardo Şampiyonası Manisa Anemon Otel'de ve 23-27 Mart tarihleri arasında. 13 ülke ve 16 milli sporcu. Bizi İstanbullu Gülşen Değener ve Manisalı Sevda Karabulut temsil ediyor. Olay 465. Mesir Şenlikleri ile denk düşürüldü. Vali Orhan Işın, Gençlik Spor İl Müdürü Murat Özel ve TBF altyapı sorumlusu Bülent Özkırım, üstüne titriyor bu şampiyonanın. Kızların iyi haberlerini merakla bekliyorum. Uçtu uçtu Ersun uçtu!.. Hoca uçtu. Ben ne Arnavutum, ne de Gürcü... Ama hocamız uçucu... Ne tarikat üyesiyim, ne de Yunan... Ama Hakankolikim ve Ersun'u yiyene kadar da yazacağım. Hakan sistemine uymuyormuş, uzun ve kafacı ile oynamazmış. Hakan'ı almazmış. Sonra Ersen Martin'i almış... Sistemine mi uydurmuş, sistemi mi uydurmaymış bilemem ama, hocamız uçmuş. Tarikata kalmadan uçmuş. Uçurmuş... Sistem var, Hakan yok. Hakan tipinde adam yok. Ama Ersen Martin var. O zaman sistem yok. Hepsi var, hoca yok. Hoca var, sistem var, puan yok. Galibiyet yok. Hoca yok, Hakan var. Biz Hakankolikler, hiçbir şeyin farkında olmayan biz spor yazarları var, Hakan yok, hoca var. Gel de uçurma... Biraz "Guinness" alır mıydınız? Mayıs ayında "Guinness Rekorlar Kitabı"na geçiyoruz. Avrupa Şampiyonlar Ligi finali genel merkez Cenevre'ye en uzak Avrupa Stadı olan Atatürk Olimpiyat Stadı'nda oynanacak ve biz bu özellikle bile olsa tarihe geçmeyi başaracağız. Bizim rekorumuzu ancak İzlanda'da oynanacak bir final kırabilir. Zaten kulunuz bu kitapla 2 kez yerini de aldı. Akranes-Trabzonspor ve Trabzonspor-Akranes maçlarını anlattığımda, Avrupa kupalarının en uzak radyo yayınını gerçekleştirmiş olarak bu kitapta adım geçmektedir. Mâlûm Akranes, Avrupa ülkelerinin en Batı'daki, Trabzonspor da en Doğu'daki takımı idi o zamanlar ve bir daha da böyle bir eşleşme oynanmadı. Mayıstaki Şampiyonlar Ligi finali, Avrupa Kıtası'nın en Doğu'sundaki stadda oynanmayacak ama rekor kitabına da geçecek. Bu rekoru ancak İnönü Stadı'ndaki bir final geçebilecek. Şimdi Aziz Yıldırım'ın, bastırıp, ne yapıp edip bir final de Şükrü Saraçoğlu Stadı'na aldırması gerekiyor. Bunu başarırsa "Guinness Rekorlar Kitabı"nın baş köşesine kurulacaktır. Çünkü... Böyle bir final Asya Kıtası'nda oynanacak ilk Avrupa Kupası finali olarak ve tekrar kırılamayacak bir özellik olarak tarihteki yerini alacaktır. Hani hatırlatayım dedim de... S-ÖZ Kirliliği temizlemek konusunda herkes elini taşın altına sokmalıdır. Çözümün parçası olmayı beceremez isek, sorunun bir parçası olur kalırız. (Fatih Terim)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.