Bir kere baştan şunu söyleyelim; iki takımın da kazanmak arzusuyla börek gibi açıldığı bir maçtı. G.Saray, defanstaki derinliği Hakan Ünsal'ı zaman zaman göbeğe sokup boş alan bırakma riskini göze alarak oynadı. Özellikle ilk yarısı dişe diş, kıran kırana, sanki bir acil servis görüntüsü içinde geçti. G.Saray'da masör Rıza'nın Conçeiçao'dan daha fazla koştuğunu söyleyebilirim. G.Saray genelde orta sahadaki zafiyetini bildiği için, bu bölgeyi yukarıdan uçurtma toplarla geçmeye çalıştı. "Şişirme" vuruşlar, G.Saray'a pozisyon doğurmadı. Maçın özgür çocukları olan Jaziri ve Hasan Şaş "kıvılcımlar" çakan sürtüşmeler yaşadılar. Bu da takımlarına katkı yapma şanslarını ortadan kaldırdı. İki takımın da gol için açık ve atak oynadığı oyun, golsüzlük sebebiyle genelde "geviş" getirdi. Yavanlaşan ve tatsızlaşan oyun, mücadele gücü yüksek ve riskli ama pozisyon fakiri olarak sonuna kadar sürdü. İkinci yarının ortalarına doğru Arif'li ve Ümit Karan'lı aktif hücum sergileyen G.Saray, geride alan savunmasını çakılı oynayan adamları sebebiyle sıkıntı yaşamadı. Ne zaman ki, G.Saray çakılı alan savunmasını da riske atıp, iki defansa kadar düşüp, çıkmayı göze aldı, işte o anda da Antep'in beklediği açığı vermiş oldu. Song ve Tomas'ın üstüne ikiye iki gelen Antep, ceza sahasında üçe iki üstünlük sağlayıp, maçı da 1-0 koparıp aldı. Problem, G.Saray'da 94 dakika bıkıp tükenmeden 50-60 metrelik deparlar atacak bir Lazarov olmadığı gibi, klasik Rumen mantığı olan "60 dakika sabret, sonra vur" prensibinin son derece demode kaldığını da gösterdi. İsmet Arzuman harika bir maç yönetirken, Antep bileğinin hakkıyla çok önemli bir maç kazandı. Üstelik G.Saray'a Hakan Şükür'ün yolları kapatıldığı zaman hiç bir şansının olmadığını da göstererek...