Ümit Özat'ın 'Kadıköy'de etekle gezerim' gibi müstesna (!) yorumların yapıldığı bir ülkenin holiganı da sahaya inmiş bulabilir kendini. Üstelik 'sağ yumruğuma Fernandes ensesiyle darbe yaptı, mağdurum' diyerek sokaklara çıkıp aramızda bile dolaşabilir...
Ernest Hemingway'den başlık çaldım izninizle efendim.Siz yolda yürürken biri gelip arkanızdan ensenize yumruk atsa ve iki de şahidiniz olsa, o adam 6 saat sonra evinde rahat bir uyku uyuyabilir mi?
Herhalde uyuyamaz...
Binlerce şahidin önünde düdüğü çalma enstantanesini bir anda değiştiriveren hakem ve ardından sahaya bodoslama giren bir seyirci...
Arda'ya İspanya'da aynısını bir Türk düşmanı İspanyol yapsaydı, en azından bir süreliğine İspanyol mallarını almayı boykot eder miydik?
Ederdik; çünkü gücümüz o kadarına yeterdi...
Donk diye biri bize içimizi gösterdi...
Futbola nasıl baktığımızı, neleri ne kadar ve kime ne biçimde uyguladığımızı gösterdi.
Yasalar uygulanabilirse işe yarar...
Yasanın olması değil uygulanabilir olması geçerlidir...
İşte bu nedenle hazırda bulundurduğum ama daha önce yayınlamadığım bir fikir düellosunu buraya alıyorum...
DÜNYANIN EN ZOR İŞİ
Mevlana der ki; "Dünyanın en zor işi, bir şeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir..."
Spor her zaman 'aidiyet' duygusunun öne çıktığı bir kavramdır.
Tutkudur...
Bağlılıktır ve bizim gibi ülkelerde 'bağımlılık' olmuştur.
Efsane teknik direktör BİLL SHANKLY şöyle der:
"Futbol bir savaş ve ölüm kalım meselesi değildir.. Daha da fazlasıdır..."
Büyük bütçeli ve dev yatırımların oluşturduğu takımları yenebilmek, onların elinden kupaları alabilmek bu basit oyunda her zaman mümkündür.
BAŞARI kavramı oynayanda, yönetende ve seyredende sürekli olarak mevcut bulunur...
SAHİPLENME hep ön plandadır.
Siz hiç; her hafta içine 50 bin kişi gelen bir cami ya da kilise bilir misiniz?
Var mıdır?
Yoktur...
Oysa bir stada her hafta 50 bin kişi gelir, üstelik cebinden yüklü miktarlarda para öder, yüzde elli de mutsuz olma şansı vardır. Dayak da yiyebilir...
GİRİŞKENLİK CESARETİN BİLİNÇLİ HALİDİR...
Her hamlesi, her saniyesi GİRİŞKENLİKLERLE DONATILMIŞ OYUNLARDIR SPOR MÜSABAKALARI...
Bizde ise en girişken unsur, tribünde oturanlardır.
Bir saniye sonrasında ne olacağını ne oynayanın, ne yönetenin, ne seyredenin ne de anlatanın bildiği bir oyunda anlık girişimler en önemli manevraları oluşturur.
O nedenle büyük yıldızlar bu basit oyunun, bu sevimli oyunun vazgeçilmez unsurlarıdır, çünkü onlar delilik ile dahilik arasında gidip gelirler yaptıkları her hamlede.
Yıldızların kralı Johann Cruyff der ki:
"Futbol basit bir oyundur, ama onu basit oynamak çok zordur..."
İşte Türkiye gibi bir ülkenin bir takımı gider UEFA kupasını getirirse, Real Madrid'in elinden süper kupayı alırsa, bu ülkenin milli takımı iki ev sahibini eleyerek dünya üçüncüsü olabilirse, cezalardan bunalmış bir takım Avrupa'nın finalinin eşiğine gelebilirse; bunun adı sahiplenmenin desteklediği girişkenlikle bezenmiş bir BAŞARIDIR...
1956'da efsane Macar Milli Takımı'na 3 atan Türkler belki 'tesadüf' sayesinde buna ulaştılar.
Ama bugün dünyaya ayar verebilen sansasyonel sportif temaslar, rekorlar ve kupalardan söz edebiliyoruz...
Bir de dünya futboluna bildiğini unutturan, en azından bildiğini gözden geçirmesi gerektiğini hatırlatan tuhaflıklar, adaletsizlikler, yorumlar içinde geçinip gidiyoruz...
POST-İT:
TFF Başkanımız "Her türlü eleştiriye açığım" diyor ama aslında "Hiçbir eleştiriye kulak asmam" demek istiyor. Yaptığı ile işittiğinin örtüşmesi pek
mümkün görünmüyor.
S-ÖZ:
"Benim diğer insanlardan farkım yok ki; benim tek yaptığım talebi karşılamak..."AL CAPONE