Duyum-u umumiye
25 Kasım 2008 01:00
Geçtiğimiz haftayı "duyum" söylentileriyle geçirdik. Duyumun doğruluğundan çok, duyumu kimin duyurduğuna kafayı takmış olarak yaşadık birkaç gün. Olmakta olanlar, benim Futbol Federasyonunun "şeffaf"lığına olan güvenimi bir hayli sarstı. Cemal Aydın, tam kendisinden beklediğim gibi davrandı ama Futbol Federasyonu hiç de kendisinden beklemediğim gibi davrandı. Demek ki duyumu duyuran, duyumun kendisinden daha önemliymiş. Bu karısı tarafından aldatıldığı kendisine ihbar edilen kişinin, karısının değil ihbarcının peşine düşmesi kadar boştur.
Yanlış yazmadım. Bilerek takla attırdım tamlamaya... "Şeffaflık" demek arkası görünen ve saydam olan demektir.
Ancak bizdeki anlamı "ortadan toz olmak", üste çıkmak için yalandan esip gürlemekle eş değerdedir.
Serti medya üzerinden çıkmak, aba altından sopa göstermek gibidir.
Hiçbir kararı olmadığı halde "bir kararı varmış" gibi görünmektir.
Hakemleriniz bal gibi etki altına alınır ve hatta korkutulurken kalkıp, "herkese eşit mesafede" olduğunu söylemektir. Saygıdeğer insanların olması gereken tribündeki oligarşiyi, "orası bizim alanımız değil" diye görmezden gelmektir.
Umumun duyduğunu; "duyum" nedeni olan kaynağı aramaya çalışarak zaman kaybetmek ile geçirip, duyumun kendisini ıskalamaktır.
İki Ankara takımının feryadı aynı haftada iki kez aynı rakip ile maçları olduğunda ortaya çıkıyor, ikisinde de muhatap aynı ve ikisinde de feryat edenler cezalandırılıp, feryat ettirene bulaşılamıyor.
Bunun adı da "şeffaflık" ha...
Kendini "merkezde" sanıp, herkesin sizin etrafınızda eşit mesafelerde döndüğünü iddia ederken, kendini bir anda merkezin etrafında dönüyor bulmaktır bunun adı...
"GİBİ" YAPMA, YAP!..
TFF Başkanı "bu yola baş koyduk" gibi hamasi, "Kimse bana baskı yapamaz" gibi farazi söylemlerle işi geçiştiriyor.
"Gibi" yapıyor...
Öyle değilse verin bakalım malum yere Cüneyt Çakır'ı, Selçuk Dereli'yi, Bülent Yıldırım'ı...
Verin de anlayalım "herkese eşit mesafede" olduğunuzu...
Sizden hakem istenmiyor belki ama istenmeyen hakemler sizden istenmiş olmuyor mu?
Bakın, siz onları değiştiremediniz ve onlar sizin hakem atama sisteminizi değiştiriverdi. Haftalık atamaya döndünüz.
Üstelik sadece şimdilik...
İki günden 7 güne taşıdınız hakemi aslanların önüne atmayı.
Cumartesi gazeteleri: "Bana Fenerbahçe baskı yapamaz" diyorsunuz.
Sizinki, 7 yumrukla kroki olmuşken attığı bir yumrukla "ne biçim dövdüm adamı" diyen perişan boksör durumu...
Atayın bakalım Çakır-Dereli-Yıldırım üçlüsünden birini atayabiliyorsanız...
Size "vereceğiniz" hakemler değil belki, ama "veremeyeceğiniz" hakemler dikte ediliyor da haberiniz yok, siz herkese "eşit mesafede" dururken ve "şeffafmış gibi" davranırken...
TAŞLARI BAĞLAMAYIN ARTIK
Siz bari köpekler serbest dolaşırken taşları bağlamayın...
Duyumu değil, duyumu yapanı kovalarsanız, taşları tutmuş, ama köpekleri serbest bırakmış olursunuz.
Bilgiyi sızdıranı araştırırken, bilgiyi de kurcalayın lütfen. Adamcağızın atanacağını beklediği hakemi önce TFF ile görüşüp Lütfü Arıboğan'a bildirdiği doğru değil mi?
Sonra ne oldu?
Bilgi doğru çıktı ve hakemi değiştirdiniz...
Sonra duyumun peşine düştünüz. Duyumun geldiği yeri ceza kuruluna verdiniz.
Peki doğru çıkan "duyum" nedeniyle hiçbir yaptırımınız yok mu?
Melih Gökçek'e "sıfatın yetersiz, konuşma" diyemiyorsunuz...
Önce sizi aramış olan ve hiçbir kılınızın kımıldamadığını fark edince hakemi arayan Cemal Aydın'a, "Neden hakemi aradın" diyorsunuz.
Taşları bağlıyorsunuz...
Evine hırsız giren adam, hırsızın gireceğini en yakın karakola hırsız girmeden önce ihbar ederse hırsız mı suçludur, yoksa karakol yetkilileri mi?
Ya da "hırsızın girebileceğini" söyleyen bir komşu mu?
Üstelik, evinizin yatak odasında o hırsızın yüzünü gözünü kıracaksınız ve hırsızdan daha çok ceza alacaksınız...
Bu mudur "eşit mesafeli şeffaflık" Sayın Başkan?...
>> Koşarak gelenler var
Beşiktaş ve Trabzonspor'dan söz ediyorum.
İyi oynamadıkları söyleniyor...
O zaman, bu lig "kötüler" ile "çok kötüler" arasında oynanıyor demektir.
En azından çok iyi oynamasalar bile "koşan" ve "yenmeyi deneyen" iki takım zirveye oturdu.
"Hızlı yürüyen" rakiplerini ve "hesap yapan" iki yabancıyı geride bıraktılar.
Nisan ayında açılmak üzere iki mektup aldım.
Okumasını bilene...
>> Bre Nobre!..
"Mert" olmuşken, birden bire "Marcio" gibi davranıverdin.
Hakeme yutturmaya kalkıştığın pozisyondan sarı kartsız kurtulduğuna şükredecek iken, hakemi ateşe atmak için kalkıp penaltı olduğunu iddia ettin.
Sana yakışmadı...
Milli takımda oynamak için "milli" karakter sahibi olmaya önem veren bir hoca var da Allah'tan, söylemin nedeniyle uzağındasın işin...
>> POST-İT
Sadece "iki yabancı" hocamız kaldı elimizde...
İkisi de "yabancı" Türk futboluna...
Yerli hoca edinenler önlerde, geriden gelen ateşli takımlar da yerli hocalarıyla onlara kök söktürmeye devam ediyorlar.
"Bizi taşıyamaz" dediğiniz her Türk hoca puan cetvelinde sizden önde de ondan böyle konuşuyorum!
>> Tehir mi, zehir mi?
Geçen yıl salı günkü Leverkusen maçına giderken karlı ortamda bir gün ertelenen maçı için erteleme istemişti, vermemiştiniz.
Bu yıl Servet, Sabri, Ayhan, Hakan'lar 90 oynamış...
Meira, Portekiz'den Brezilya'ya gitmiş, oynamış ve aktarmalı dönmüş...
Kewell, Birleşik Arap Emirlikleri'nde 90 oynamış...
Baros, Malta'da 90 oynamış...
Hepsi de "aktarmalı" dönmüş...
İstenen ise "ileri bir tarih" değil, sadece "bir gün".
Murat Akça bile 7 günde üç maç oynatılarak sakatlanmış ve revirde yatıyor.
Bu da "eşit mesafe" olsa gerek...
>> S-ÖZ
"Sadece kendini düşünen bir adam, yumurtalarını pişirmek için komşusunun evini ateşe vermekten çekinmeyecek kadar tehlikelidir." (Francis Bacon)
>> Cemal Aydın'a "Söylediğin doğru değil" demek yerine "Neden söyledin?" diyenler, duyumdan doyuma ulaşanların ekmeğine yağ sürmeye devam ediyorlar.