Düşmanını sev, bu onu deli eder!

A -
A +

Bize verilmiş en "sevimli" ve en "eğlenceli" oyunu hâlâ daha koca koca adamların beslendiği "gerilim" nedeniyle, kafa kırıp göz çıkarmaktan başka hiçbir işe yaramaz hale getirdik. Suni "kaos ortamı" oluşturup, ilgilenenleri bundan beslenir hale getirip, sonra da "halk bunu istiyor" diyerek kendini kandıranların, önce "talep" oluşturup, sonra da en kolay malzemeyi; yani kavga ihtimalini "arz" etmeleri tuzağına düşülmesinden de "gına" geldi bana... Dünya, bu "oyuncağa" yaklaşan herkese "saygı" diye çığlık çığlığa ayağa kalkmış vaziyette. "Respect" yazıyor ve yazdırıyor her yere... "Fair"i çoktan toprağa verdik, elimizde kalan "play" sadece... Aşk gibi... "Aşk bir elma şekeridir, yersin yersin elinde tatsız tuzsuz bir tahta parçası kalır", diyen şair müsveddesinin ilkelliği işte. Bizim yapamadığımız, yapmamızı engelledikleri, bilemediğimiz ve bilmemizi istemedikleri, algılamamızdan korktukları kavramdır "saygı..." Rakibi sevmek zorunda değilsiniz. Rakip oyuncuyu, rakip başkanı, rakip taraftarı sevmeyebilirsiniz. Ama "saygı" duymaya mecbursunuz. Ona saygılı davranmak da bir cezalandırma yöntemi oluverir bir bakmışsınız... Basit bir eğlence olayından, her hafta geniş mekânlara kurulan "sirklerden", her hafta tekrarlanan, aynısından 34 tane, "kupa mupa" derken; en az 50 tane yaşadığımız "maçlar döneminden" yaklaşık 50 yıldır yaşıyoruz. Bu ligin aynısından seneye bir tane daha var beyler... Pedagoji ve sosyolojik problemi olan tetikçilerin körüklediği "takım aşkının nemfoman hali" bizi birer "sosyopat" yapıyor her hafta... Yasa masa da para etmiyor... Etmeyecek... Etmez... Bu kocaman adamlar da 5 para etmez... Ama milyonlarca insanı, binlerce gözü dönmüşü, yüzlerce saat ve sahifeyi, onlarca hakemi telef ediyor bıkmadan ve usanmadan. "Bilgisi yok, fikri çok" bir güruh olduk çıktık... Oyuncağını kıran "hiperaktif" çocuklardan, oyun arkadaşının oyuncağını alıp partnerini ağlatan, sonra da biri gelip adalet sağladığında, oyun arkadaşını babasına şikayet edip dövdürmeye çalışan haylaz ve geçimsiz çocuklardan ne farkımız kalıyor o zaman... POST-İT Bir işi tamamlayamadığınızda asla "yeteri kadar zamanım yoktu" demeyin... Hiç unutmayın ki; Thomas Edison'un, Mahatma Ghandi'nin, Albert Einstein'ın, Atatürk'ün, Galile'nin de, sizin gibi hepi topu 24 saati vardı bir günde. Onlara fazlasını vermemişlerdi. Messi'nin de 6 antrenmanı var ve ikisi üçe beş dar alan, biri de çift kale... Yani diğer "yapamayanlar" kadar... Bölgesel katliam... Statların belli bölgeleri "ayrı bir denetim" sistemine alınmalı diyorum ben. Galatasaray'ın eski stadında korner köşeleri, şimdi de "şişe atmaya meyilli" bazı locaları mesela... Bir zamanların "kapalının ortası" mesela İnönü"de... Şükrü Saracoğlu Stadı'nda ise "rakip kulübenin arkası" ve mutlaka "takım maçı koparamadıysa" kesinlikle... Genelden ayrı bir "kamera sistemiyle" belki... Kadıköy'deki kulübenin arkası, Lucescu'yu üzerinde ayranlar akarken maçı oynattı orada, Eric Gerets'i ise alnında 4 dikişle. Giray Bulak'ı da orası delirtti, Ertuğrul Sağlam'ı da, Tolunay Kafkas'ı da. Süleyman Hurma anlatmıştı orada olanları ama hasıraltı edildi hemen... Ankaragücü maçlarının da böyle tehlikeli bölgeleri var 19 Mayıs Stadı'nda, Karşıyaka'nın da ve tabii ki Göztepe'nin de. Eskişehir veya Buca'da yok mu?. Ancak, en tazesi, en çarpıcı ve tekrarlanan örneği Kadıköy"de... Aynaya bakmaktan korkma başkan... Bu takımı kötü "sevk ve idare" ettiniz ve çok kötü "sevk ve idare" etmek zorunda kalmış adamlardan medet umdunuz. Sattığınız Caner orada bunu oynuyorsa ve sizde onu oynadıysa hata kimde?.. De Sanctis İtalya'da şampiyonluğa oynuyor ve Avrupa'nın ilk beşine girdiyse ve sizin umudunuz Zapata ise, hata kimde?.. Elano ikişer ikişer atıyorsa hata kimde?.. Kazım'a bağlanan umutlar ile martıların kuyruğuna takılmış hayaller eş değil midir? Bir Kazım aldık diye takımın kimyasını ne hale getirip en az üç oyuncu kaybettiğinizi göremiyorsanız hata kimde?.. Aynaya bakmıyor ve "vuruşarak çekilmeyi" seçiyorsunuz. Üstelik, düşmanla değil, kendi insanınızla!.. S-ÖZ "Gönülsüz davara giden it, ürüye ürüye getirir kurt..." Galatasaray'ın ihtiyacı "sihirli bir dokunuş" idi. Ünder, Kerimoğlu ve Tanman sonunda yapabildi. Karşılığı ise enkazdan çıkan pırıltılı bir "çakma Barça" oldu...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.