Koskoca Cüneyt Çakır, Avrupa'nın gözdesi, tek elit klasmana gitme ihtimali olan Türk hakemi bile; "burası Türkiye, bu maç bir derbi" dedi ve farklılaştı. Derbinin CD'si ile Avrupa'da maç bile alamayabilir, ama Avrupa normlarına göre yönetse derbi bitmez ve yarıda kalırdı. Deniz Çoban ise kitaba bile sığmayacak kadar katıydı ve Bursaspor'a ikinci güneydoğu maçını da bitmeden kazandırdı. Ben Çakır'ı doğru, Çoban'ı eksik buluyorum. Birkaç kendini bilmez" mevsimi açıldı... Artık "birkaç salak yüzünden koca camia yakılır mı?" diye diye mayısı bulacağız. Cüneyt Çakır muhteşem bir hakem. Bunu asla tartışmam. Çok iyi biliyordu ki, Kadıköy'de bu denli "nevraljik tırmanış" yani tamamen sinir köklerine iğne batırıp tahrik ederek oynanan derbiyi, Fulham-Hamburg maçında ortaya koyduğu kitaba göre ve bir UEFA gözlemcisinin beğeneceği şekilde yönetemezdi. Yönetirdi de maç bitmezdi... Bitse bile 8'er kişi kalırdı sahada en fazla... İnter-Marsilya veya Sevilla-Basel maçı gibi filan dimdik durulmazdı orada. Emre ve İbrahim Üzülmez gibi "idare edilmesi" gereken ve dış etkenlerden muzdarip ve mağdur iki oyuncuyu sahada tutmaya çalıştı. Bilica-Zapo gibi kötü niyetli oyunculara maçın sonunu gösterdi. Hakemlik tarzını ülke koşullarına göre törpüledi, aynı uluslar arası kuralları değiştirmeden ama yorumlu bir biçimde kullandı. Doğrusunu yaptı... Bu maçın CD'si ile Avrupa'da sıradan bir ön eleme maçı bile alamayacağını biliyor ama UEFA bile bu derbinin ne kadar anormal koşullarda oynandığını biliyor. Gerçek; Hüseyin Göçek veya Halis Özkahya, hiç fark etmez, hepsinin de Avrupa'da yarı finalleri bile rahatça yönetebileceği, ama Markus Merk'in Türkiye'de sıradan bir maçın bile altında kalabileceğidir. Çünkü hakemliği bilebilir ama Türkiye'de hakemliği bilebileceğini sanmıyorum... KIYASLA-MA Derbi maçını Markus Merk yönetseydi ne olurdu?.. Ya oyuncular "Türk gibi" kavramını bir kenara bırakır ve "adam gibi" oynarlardı, ya da Markus hakemliğini farklı boyutlara sürüklerdi. Howard Webb derbiden 1 gün önce Manchester United-Liverpool maçını yönetti, maç gitti geldi, 3-3 bitti. Çuvalla gol vardı ve oyuncular savaşıyordu. Maçı salimen bitirdi. Aynı Howard Webb; son Dünya Kupası'nda Premier Lig kıstaslarını aynen sahaya koyup uyguladı ve ne oldu? Maymun oldu... "Cüneyt Çakır Guti ve Alex'den daha çok koşmuş..." Koşar. O, günün koşullarına, maçın sinirsel katsayısına göre hakemlik tarzı uyguladı ve daha çok koştu birçoğundan. Guti üç gün önce hayatında ilk defa UEFA Kupası oynamış. Yani bir alt kupayla ilk defa tanışmış. Daha öncesi hep Şampiyonlar Ligi ve o kupayla çok tur atmış... Alex ise kariyerinde Şampiyonlar Ligi guruplarıyla ilk defa Fenerbahçe sayesinde tanışmış ve bu yıl oraya bile taşıyamamış takımını. Biri Türkiye'nin yıldızı, diğeri Dünya'nın... Birinin indiği yerde öbürü çıkamadığı için toslamışlar birbirlerine. İbrahim Üzülmez ise kimseyle karşı kefelere koyulamaz. İlk 11'de yoktur, zorunluluktan ters ayağıyla kanat savunur, bir de hücumlara kalkar, boğuşur ve savaşır. Bıraksanız formaları da yıkayacak. PUAN CETVELİ FARKLI KONUŞUYOR Puan cetvelinin manzarası çok fazla sayıda yorumu inkâr ediyor. İnadına farklı şeyler söylüyor. Bursaspor'un Ali Sami Yen maçında kırmızı sorunu, iki sezondur iki güneydoğu deplasmanının yarıda kalması gibi avantajlarıyla liderliği sürüyor ama yerden yere vurulan ve kafaların kopması gereken Galatasaray, bir anda yarışın içinde, Fenerbahçe'nin önünde, yere göğe sığdırılamayan Beşiktaş ile "tek maç" mesafesinde. Sabri'si, Hakan'ı dönmüş, Arda'sı oynuyor, Misimoviç'i öne gelmiş ve alışmış, Pino'su ile Elano'su basmaya başlamış halini düşünün. Cana'sı da oynuyor artık. Eeee... "Tekâmül" yapmaya en müsait takım şu anda Galatasaray'dır. Bundan kötü olamazken, ve ancak daha iyi olma ihtimali mevcutken buralardaysa, bu puan cetveli Galatasaraylılara daha farklı şeyler vaat ediyor gibi durmuyor mu?.. Henüz Arda'nın Misimoviç ile bir tek düz koşu bile yapmadığını unutmayalım, bırakın bir idman çift kalesini. Fakir edebiyatı Puan cetveli de, futboldan "azıcık" anlamak bile bu ligin son yıllardaki en başarılı teknik adamının Abdullah Avcı olduğunu söylüyor. Guti'den ucuz, Alex kadar bir takımdan söz ediyoruz. Her sezon üstüne koya koya gidiyor. Yılmaz Vural'ın ikinci yıllarında hep sıkıldığı ligimizin 6 yılında sürekli büyüyen bir hocadan söz ediyorum. Sevk ve idare etmekte üstüne yok. Misimoviç'in 5'te birine aynı milli takımın kalecisiyle yıllardır ayakta duruyor. 7 seyircisiyle "bütünleşip (!)" mücadelesini sürdürüyor. Ve bu takımın sırtındaki reklam müthiş bir ironi sunuyor bana. Beşiktaş'ı 2 farkla İnönü'de yendiğinde sırtındaki reklam çok manidar değil miydi?.. FAKİR yazıyor. Küçük harflerle hem de. Gönlü zengin, bilgisi engin Abdullah Avcı ve kulüp yönetimi bu ülkenin ender doğrularından biridir... Bir de artık Yücel İldiz ile tanışma zamanı geldi galiba Türk spor basınının. Tabii ki "Aykut Hoca"nın mimikleri ve taktikleriyle uğraşıp ona ayırdıkları destek ve köstek sayfalarında yer bulabilirlerse... Hesap arızalı... Bir Emmanuel Emenike ile bir Ariza Makukula, bu ülkenin hesap arızası yaptığının açık kanıtları sayılır. Kaç Stoch, kaç Pino, ne kadar Dia, ne miktarda Umut Bulut veya Yatara ederler dersiniz. Ayrıca... Bir başkanın takımına müdahale etmesi, idman tesislerine gidip gelmesi, hocasıyla sık sık görüşmesini neden yadırgıyoruz onu da anlamış değilim... Gazete patronu muhabirleriyle değil ama bölüm müdürleriyle veya genel yayın müdürüyle yani teknik direktörle görüşmezse olur mu?.. O gazete veya televizyon sağlıklı yürüyebilir mi?.. Bir müteahhit inşaat şefiyle ne kadar sık temas halindeyse iş o kadar sıhhatli yürür. Bir işletmenin sahibi hiç karışmıyorsa çalışanlarına, orada dirlik-düzen-başarı olamaz. Son söz Bugün dertleşip köşemin formatını değişik kullanmak istedim. Hepiniz biliyorsunuz ki, bugünden bir şeyler söylemeye çalışan puan cetveli, sezonun sonunda da "son sözü" söyler. O ne söylerse o olur... Eğer Beşiktaş şampiyon olacaksa, benim birinci maddem şimdiden hazır: "Zapo'yu alan şampiyon olur..." Mesela; Markus Merk'in geldiği ülkenin bir "SPOR" ülkesi olduğunu, ama yorum yaptığı ülkenin ise bir "SKOR" ülkesi olduğunu vurgulamak istedim. Bütün meselemiz "faili meçhul galibiyetler" ile dengenin bozulmasına veya dengenin sağlanmasına çalışmasınlar. Çünkü sonunda "ilahi adalet" yerini buluyor ve puan cetveli sezon sonunda öyle bir adalet sunuyor ki, bir sezon boşuna yazıp konuştuğumuzu fark ediveriyoruz.