Federasyon Başkanı
ne biçim konuşamadı
12 Ağustos 2009 01:00
Nihayet başladı. Hafta sonlarında bitmiş maçların ardından bolca dedikodu yapma imkânı bulacağız, kafamızın bastığından daha fazla komplo teorileri üreteceğiz. Eski polisin trafik çevirmesini harfiyen uygular gibi göstereceği titizliği görmezden geleceğiz, elimizdeki 8 lig maçı ile bir Süper Kupa finalinden ibaret 9 resmi maçın hiçbirinde sadece bir takımımıza zarar verme ihtimali olan hiçbir hatanın yapılmamış olmasından, hatta oraya faydalar sağlayacak hatalar yapılmış olmasından tedirgin olmayacağız. Çünkü başkan konuştu. Daha doğrusu "konuşamadı."
Henüz "icraat" başlamadan " icraatin içinden" formatında izledim Türk Futbol Federasyonu başkanımızı. Çok kötü konuştu.
Daha doğrusu konuşamadı ve okudu.
Üstelik çok daha kötü okudu önüne konan metni...
Bu işi beceremediği (konuşma kısmını kastediyorum) açıkca gösterdi. Yanında "bilen birilerinin" olmadığını da gösterdi. "Yardım" almadı. Veya aldı da kullanamadı.
Bu tür konuşmalar çok "etkileyici" olmak zorundadır. "Entonasyon" dediğimiz sanatın sergilenmesi gereken durumlardır. Zaten "artikülasyon" nanay..
Dale Carnegie metodlarından bazılarının mutlaka kullanılası gereken durumlardır, bu durumlar.
Oysa Başkan önündeki kameranın yanına tutulan kağıtlardan okumaya çalıştı. Belli ki koca koca harflerle yazılmış bir metni okumak zorunda bırakılmıştı 600 milyon Avro'luk bir ürünün patronu.
Ona bir "prompter" cihazı bile çok görülmüştü..
Metin üzerinde hiç alıştırılmamıştı.
Bu nedenle mutlaka "düzeltmek" zorunda olduğu "hakem"teşkilatının adını bile "düzgün" söyleyemedi ve birkaç kez "hakem" dedi durdu.
Adını "düzgün" söyleyemediği bir teşkilatı "düzgün" yönetecek adamların "düzgünlüğünden" ben nasıl şüphe duymayayım?
Yardım almak ayıp değil sayın Başkan..
Buz gibiydi.. Ruhsuzdu.. Kendi yazmamış olduğu belli olan bir metni seslendiriyordu ve acınacak kadar kötüydü..
Hostes Türkçesi kullanıyordu.
Belli ki "belagat" yok, üstüne "rekaket" var. Bunu aşmanın yolları ve hileleri de vardır. Ama Başkanın yanında bunu ona anlatacak ve gösterecek kimse yok, anlaşılan.
Zaten "güdümlü" olduğu teorileri ortalıkta dolaşıyor. Birilerini kolladığı açıkça hissediliyor. Bari konuşurken ortadan kesebilenleri etkilemeyi becerebilseydi.
Bir odanın içinde yapayalnız, biraz da çaresiz, özgüven sorunu olduğu apaçık belli olan bir durumda çekilmeseydi bu konuşma. Veya birileri "Olmadı başkan bir daha çekelim" diyebilecek cesareti gösterebilseydi, "Harika konuştunuz başkan" diyeceğine.
POST-İT
Demirören dedi ki:
"Kapalı kapılar ardında ne sözler verildi ki, birileri taraftarına üç yıl bu ligin şampiyonluğunun sözünü verebildi?"
Senin finalinde atılamayan Bilica'yı bir yabancı hakem çok daha hafifinde atabildi.
İki bayrak ile birkaç düdük daha "hengame" başlamadan belli etti rengini.
Daha çoook canınız yanacak.
Hazır olun.
Arda'ya sıfır tolerans
Bu çocuk takımı için olduğu kadar Türk futbolu için de "müstesna günlerin istisnai adamı" olmak yolunda ilerliyor.
Ancak polislikten gelme bir hakemin polis tavrı ile sanki trafik çevirmesi titizliği içinde neredeyse "ağır ceza"da yargılanacak.
Sivas'taki su molası, hatta tüm statlardaki su molalarının saniyesine kadar "kendilerine tavsiye edilen" dakikalarda maçı bile durdurarak verilmesi ne kadar abes ile iştigalse, Arda'nın oyundan çıkışı sırasındaki tavır da "esas star benim" diyen bir eski po
lisin görgüsüzlüğüdür.
Hakem "inisiyatif" kullanamaz mı? Kullanmayacak ise hakeme ne gerek var? Yukarda oturan bilgisayarlı bir grup kararı bildirir kulağına, o da uygular.
Bir yörenin sıcaklığı ile diğer yörenin sıcaklığı farklı olabilir.
Bir maçın müthiş temposu olabilir ve su molası için 25 göstermesi beklenmeden su molası verilmesi gerektiğini hakem hissedemez mi?
Arda zamana oynuyorsa ve hareketi de kural ihlali değilse, oyun zaten 3-2'ye sıkışmış, göstere göstere koyarsın 3 dakika, o zaman Arda da görür gününü, takımı da..
S-ÖZ
Konuşurken neyi nasıl söyleyeceğini bilemeyip, bittikten sonra "Daha iyi nasıl söyleyebilirdim" diyenler Federasyon başkanlarıdır. (Ümit Aktan)
Günaydın Futbol
Lig TV'de bayıldığım bir program başladı ve adı da eski: "Günaydın Futbol."
Öztürk Pekin ile Atilla Gökçe'nin anılarla bezenmiş kimi zaman nalına, kimi zaman da mıhına vurduğu bu programı çok beğendim.
İçi dolu...
Edepli...
Usta işi...
Görgülü ve saygılı ama lafını da esirgemiyor.
Spor programları göğüs dekolteli kızlarımızın ve cazcı kardeşlerin elinde deforme olurken, iki ustanın futbol sohbetine ve yorumlarına ihtiyacımız varmış meğer.
>> Ben Sivasspor'a çok kızıyorum beni yanıltmadığı için. Bu sezon düdükler çok "farklı" çalınacağı için "iki misli" olması gerekirken takım "yarıya" düştü. Yanılt beni Sivas...