Futbolda "sistem" yokmuş!..

A -
A +
Biraz araştırdım. Bu konuda sanal ortamdan yabancı dillerdeki birkaç yazılı bilgiye ulaştım. En önemlisi "iyi bilen" birilerine de danıştım. Bu konuda deneyimi olanların, hafta içinde ve maç içinde "kafa patlatan" bazı hocaların görüşlerini aldım. Sistem, taktik, teknik yazarak "çok bildiğimi" gösterme fırsatını zorladım biraz. Sonunda öyle bir yere ulaştım ki, aklım başımdan uçtu gitti... Futboldaki "sistem" meselesi oynayan ve oynatandan daha çok "seyredenin" kafa yorduğu bir şeymiş... Oyuncularını sahaya çıkarırken, hafta boyunca onlara görevlerini anlatan hoca, belli bir kalıba sığdırdığı ve o kalıba körü körüne bağlı kaldığı her maçı kaybedermiş. Oyuncular "anlık" şartlara göre belirlermiş sistemin ne olduğunu. Rakibin konumu, hava şartları, seyirci, hakem, zemin gibi "elde olmayan" etkenler "kalıplaşmış" sistemleri iki-üç dakikada imha edermiş. Kanada koyduğunuzun "zorunluluktan" içeri hamlesini, uca koyduğunuzun "arıza" durumunda pivot özelliğini kaybedişini, savunmanın önüne koyduğunuzun "ayağının kayabileceğini" hesap edemediğiniz için taktik tahtasına çizdiğiniz her şeyi, anlık şartlar anında bozabilirmiş... Sistem ancak oyuna başlama vuruşu yapılırken sadık kalınan bir şeymiş. Ancak o zaman fark edilebilir ve doğru teşhis edilebilirmiş. Oyun başladıktan sonra malzemeniz insan olduğu ve insanın içgüdüsü özgürlüğe uçmaya meyilli olduğu için ne sistem kalırmış, ne de taktik tahtasında anlatılanlar... Hocaların oyunculardan "daha fazla şey bildiğini" göstermeleri için düzenlenmiş küçük tiyatro oyunlarıymış, sistem konuşmaları ve taktik düzenlemeler. Çalışmak ve tedbir varmış ama sistem diye kafa karıştırdığınız zaman "hoca gibi durmuş" olurmuşsunuz oyuncunun karşısında... Tarzı olurmuş bir hocanın ama sistem diye kafalarını karıştırdığınızda; oyuncu, hocasının atomu parçaladığını zanneder, saygı duyar, basın tribünlerine de konuşacak bir şeyler vermiş olurmuşsunuz. Bunu verdiğiniz basın tribünü de kendini böylece karşıdaki kapalı tribünden "farklı ve üstün" hissetmiş olurmuş... 4-3-3 SİSTEMİN EN BELALISIYMIŞ... Ne pantolonmuş ne de etekmiş... Ne olduğu belli değilmiş... Bir kere bilinen "tüm savunma prensipleri" için inkâr sayılırmış 4-3-3... İki ön libero ile "komik", tek ön libero ile "acayip" sayılırmış. Hücumda böyle yerleşmek olabilir, ama savunmada anında bir başka modele dönüşebilmek gerekirmiş. İleri uzun atılmazmış 4-3-3 oynarken. Yandan gelirken golü en çok "ortadaki 3" için beklemek gerekirmiş. Pivot santrfor ile de oynanamazmış, çabuk ve sprinter bir tek forvetle de... Zlatan İbrahimoviç ile 4-3-3 arıza yaparmış ama Samuel Eto'o ile en ideal hücum prensibi oluşurmuş. Mourinho Eto'o'yu alarak Barcelona'nın 4-3-3'ünü bozmuş aslında. Nitekim Zlatan'la iç sahada yenildiler, dış sahada Zlatan'sız 5 attılar yeni yılın ilk 2 maçında... 4-3-3 ile oyun "idare" edilemezmiş. Atıp üstüne yatmak için en yanlış sistemmiş... Hep atmak gerekirmiş 4-3-3'e sadık kalındığı sürece... Her türlü skorda, içerde ve dışarıda "esneksiz 4-3-3" oynamak intihar gibi bir şeymiş... "İlerdeki 3" şayet "ortadaki 3" ile paylaşmazsa savunmayı önde yapma fikrini, gökdelenden atlamak gibi bir şeymiş. "Ortadaki 3" ise mutlaka "öndeki 3" ile tehlike konisini paylaşmalı ama "gerideki 4" için kalan "sadece savunma" görevini de hafifletmeliymiş. Bunun çaresi de Henry veya Messi'nin kendi ceza alanı yayına kadar gelip atak başlatması ile mümkün olabilirmiş ancak. O zaman da başa dönermişiz... Messi ve Henry kendi savunmasının içinde ve ilk topu Xavi ile İniesta'ya kullanacaklar, onlar da Zlatan'a... Eee... Bunun görüntüsü "kalıp 4-3-3" olabilir mi?.. "İlerdeki 3" den ikisi "gerideki 4" içinde, "ortadaki 3" olmuş ""ilerdeki 2"... En uçta da Zlatan tek... Ama adı 4-3-3... Anlatabilecekleriniz karşınızdakinin anlayacağı kadarı ile sınırlıdır. Sisteminiz de oyuncularınızın yeteneği ve kapasitesi kadardır. Ensenizi karartmayın ve en kötü sistemin bile sistemsizlikten daha iyi olduğunu bilin ve öyle seyredin bizim ligi... S-ÖZ Asil azmaz bal bozmaz, bozarsa yağ bozar, çünkü soyu ayrandır... (Mustafa Çadırcı kardeşimden, "asaletini insanın kendisi belirler" anlamındaki yerel bir Urfa sözü) İşaret ver başkan!.. Kan kustu kızılcık şerbeti içti. O nedenle Seba gibi Canaydın da çok farklı bir yerde durmaktadır artık. G.Saray için yaptıklarını söyleyemeyen erdemi, G.Saray için yapılan kötülükleri paylaşamayan insanlığı, sağlığını bozacak kadar bağlı olduğu camiasının içine koyduğu virüsü atmak için sayın başkan antibiyotik bombardımanına tabi tutuluyor. Ezeli rakiplerinin, Anadolu'da her kulübün saygısını kazanmak kolay bir şey değildir. Saygı ya satın alınır, ya da korkutularak elde edilir diye bilinenlere bir derstir Özhan Canaydın. Bir işaret bekliyoruz başkanım yaklaşan yeni dönem için... Rijkaard ve sarı kart!.. Ordu maçında Arda yediği tekmelere isyan etti ya, Kadıköy'de yediği şaplağı "görüş alanında iken bile görmezden gelen" Bünyamin Gezer'in huzurunda. Sarı kartı görüverdi... Sonra Rijkaard'ı görüverdi... Keita bile kemendi yemişti ligin ilk yarısında... Sahada varsa KART, kulübede RijKART... >> "TIRNAKLARIYLA KAZIYARAK" bir yerlere gelmeye çalışan birilerine, sadece Türkiye'de "SENİN TIRNAKLARIN PİS" denir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.