Dün gecenin giriş ve gelişme bölümlerinde sahaya harika yayılan, savunan ve hücum edebilen, yardımlaşmanın doruklarında ve de üstelik atan ve tutan bir Galatasaray izledik. Bunun adı "Avrupalı kimliği" midir, yoksa Türkiye'de üzerine art niyetli olarak geldikleri takımın "yayından boşalıp gemi azıya almış" hali midir, onu bilemem. Ancak Lincoln'e yapılanlar çalınıyor ve Brezilyalı "top sektirmeci" şiir gibi oynuyordu... Ayrıca yarım yamalak da olsa Topal ve Barış'ın dönüşü ikinci bölgedeki direnci katlayarak büyütmüştü. Giriş bölümündeki tek sorun, oyunu 40-50 metre arasında bir koridor kullanarak müthiş oynayan Sabri'nin ortadan yardım alamadığı için boşaltmak durumunda kaldığı sağ kanadın yalnızlığıydı. Oradan denediler. Denemekten öteye geçemediler... Bu oyun, burada onlara "oynatılmayan" oyundu... Devre sahadaki üstünlüğün tabeladaki eşitliğe mahkum görüntüsüyle bitti... Ben "sonuç bölümünü" merakla bekler buldum kendimi... Giriş ve gelişmenin bu kadar doğru ve iyi olduğu bir maçın sonucu da iyi olmalıydı. İkinci yarıda direncini sürdürür gibi görünmesine rağmen asıl direnen Alman rakip oldu. İki kez öne geçme şansını yakaladılar ama hepsi nafile çabalar olarak kaldı. Sonra İtalyan hakem ilk yarıda "verebilecek iken vermediği" pozisyonun telafisini buldu ve bu kez de "vermeyebilecek iken verdiği" penaltıyla "sonuç" bölümünün de Galatasaray'ın lehine olmasını sağladı. Galatasaray dün gece güçlü bir rakibe karşı, kendisinden hazzetmeyenleri üzecek bir sonuç aldı. Üstelik bunu rakibini ezerek ve 6 dakikasını "gemi azıya almış gibi" oynayarak elde etti. Birilerini üzdü ama n'apalım... Neticede üç bölümü de bize gurur vererek oynayan bir Türk takımı idi...