* Uzun zamandır Anadolu'ya çıkmamıştım. Meslek hayatının 25 senesini yollarda geçirmiş benim gibi "ruhen TIR şoförü bir adamın", İstanbul'da yani "köhne Bizans" düzeninde ne kadar kirlendiğini varın tahmin edin. Kayseri'de üç gün adeta yıkandım. Kavruk yüzlerin mert selamlarından, gözlerindeki hesapsız bakışın içtenliğinden aslında "materyalist" ortamda neler yitirmiş olduğumu anladım. Bir çayı bile paylaşan, rakip takımı "misafiri" kabul eden "insanlık tarikatı" denilen ortamın müridi oldum tekrar. Bir süreliğine temizim ve bütün spor dünyamı seviyorum tekrar. Şu top meselesinin, en kolay ve en büyük çıkar ortamının sırrını Anadolu çoktan çözmüş. Ticaret ortamının "eşeği boyayıp satmaya çalışan" bezirgan becerilerini İstanbullulara bırakmış ve en azından, "verilmeyen penaltılarının" ve "haksız düdüklerin" hesabından oluşan kamburu haftalarca taşımaktan vazgeçmişler. "Herhangi bir köy kahvesinin sobası başında, düşmanı olması muhtemel birine bile önce bir çay ikram eden" mert duruşunu; ne televizyonumuzun ahlaksızlığıyla, ne spor yayıncılığımızın kaypaklığıyla, bozamamışız. İstanbul'da para çok ya, onları hemen satın alırız sanırız ya... Kayserili, "darasını almadan kilosuna" para döker de İstanbulluyu, "Galata Kulesi, Plaza ve Tower" dahil satın alır. İncitmektense incinmeyi sindirir de gücünü gizler ve almaz, oranın insanı... Yok iken ortaya çıkardıkları, bir Appiah'ın bedelinden iki de "orta karar yerli" arttırmacasına kurdukları takımlarının tadına doyum olmuyor. Sezon başında deselerdi ki, "İlk yarı üçüncülüğe razı mısınız?", tüm şehir "golü görmüş kale arkası seyircisi gibi" hep bir ağızdan "eveeeet" diye bağırmaz mıydı?.. İşte olan o... Geçen yılın küme düşen sekiz - on adamını ayağa kaldıran, koca şehre ve hatta bölgeye, önümüzdeki sezon mesela Auxerre'i, mesela Real Betis'i getirebileceğini gösteren, iki düdüğü doğru çalınsa belki de Milanları filan Sivas Caddesi'nde dolaştırabileceği ihtimalini satan ama bunu henüz pazarlayamayan bir şehrin takımıdır oradaki genç çocuklar. Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki'yi hiç tanımam. Elini sıkmışlığım bile yok. Ama şehri öyle bir hale getirmiş ki, inandırmış şehrin menfaatleri için şehrin başına geçtiğine. "Bah bah.. Aazını yidiim.. Ne güzel de gırmızıdan sonra yişili yakıyo.. bah.. Bizim başgan bunu bile yabiyoo..." Sonra kulübün başkanı Recep Mamur... Onu da hiç tanımam. Daha bir çay içmedik bile... Doğru adamları doğru biçimde bir araya getirmiş. Ertuğrul Sağlam'ı, yani bir "adamı" koymuş takımın başına. Sonra Süleyman Hurma üstünden teknik yapı ile kulüp yönetiminin iç içe girebilecek ilişkilerini düzenlemiş. Sonra da yönetici arkadaşlarıyla güçlenmiş. Ve ortaya bir lig üçüncüsü çıkarmışlar. Hani iki düdük de doğru çalsa, oluvereceklerdi ikinci. Biz ne yapmışız?.. Onlara destek olacağımıza yalan haberlerle Gökhan'ın, Fatih Ceylan'ın ve diğer bazı isimlerin kafasını bulandırmışız. Zarar vermişiz cevherlerine... Hatta yokluğun bolluğu nedeniyle mücevherlerine. Onlar ne yapmış?.. Bütün bunlara rağmen, "gel gıdısını yidiimin Ümüdü Agdanıı.. Ge bi çayımı iç" diye bizi bağrına basmış. Biz, doğru haberle bile İstanbul'un içinde bir kulübün semtinden diğer kulübün semtine "tebdili kıyafet" gezerken, sürekli kötülüğüne çalıştığımız bir şehirde açık açık dolaşabilmişiz. Kayseri beni yıkadı ve geri gönderdi. S-ÖZ İyi insan, bu dünyayı bulduğundan daha iyi bırakmaya çalışandır. (Ümit Aktan) Beşiktaş'ın vücut dili Sayın Başkan Yıldırım Demirören'in vücut dili beni asla ikna etmiyor. Milliyet gazetesinde pazar günü bir resim gördüm. Tigana, omuzları önde olmak biçimiyle başkanı bir adım geride bırakmış. Demirören'in elleri göbek altında kavuşmuş ve saygılı bir biçimde öylece duruyor. Siz başkansınız... Öyle duramazsınız... Ancak, sizin karşınızda öyle durulabilir... Eşofmanlı bir adamın arkasında kravatınızla öyle boynu bükük duramazsınız. Siz özgüvensiz bir vücut diliyle durursanız, seyirciniz patlar ve saldırır, o da kendi vücut diliyle isyancı gibi dikilir. Onlar da onu yapıyor işte... Trabzonspor al bayrağı göndere çekti Trabzonspor'un yeni başkanını yakından tanıyorum. Bir Atay Aktuğ hayranı olarak, Nuri Albayrak ile çok şeyin kolayca hallolacağını söyleyebilirim. Yeni başkan ile 2 yıl Yeni Şafak gazetesinde birlikte çalıştım. Çok iyi günlerim geçti ve sarmaş dolaş ayrıldık. Sağlıklı spor anlayışı olduğunu bildiğim bir spor adamı ve yöneticisidir sayın Albayrak. En az Aktuğ kadar beyefendidir. Fazlası karanlığı sessizce yırtacak kadar güçlü ve kararlı olmasıdır. Diğer branşları da gözetir. Atay Başkan, iyi başkan olamayacak kadar beyefendiydi. Albayrak ise iyi bir başkan olacak kadar beyefendidir. Ne demek istediğimi Trabzonlular anlamıştır. Uslu uslu küfür etmek Küfür, bir yaramazlıktır, ama uslu uslu da edilebilir. Kadıköy'de işler iyi giderken küfür tabii olmaz. Nasılsa takım, o olmazsa bir hakem yorumu takımın işini halleder. Ancak işler kötü gidiyorsa, öyle bir küfür var ve de şişe var ki Kadıköy'de, inanamazsınız... 6 gol atılan maçta, 6 gol atılacağı açıkca görüldüğü anda bile, üstelik şeref tribününde, küfürün katmerlisi duyuluyorsa, işte orada bir tuhaflık var demektir. Mahmut Uslu... Takımı önde iken, verilmediğine kendini inandırdığı bir faul için bile ayağa kalkıp küfür yağdırıyorsa ve bizzat başkanı tarafından sükunete erdiriliyorsa, orada bir tuhaflık yok mudur? Başkanı istemedikçe oraya bir kamera çevirebilme "erkekliği" bile olmadığı için kamudan gizlenmesi yok demek midir? Aynı sahneler Ali Sami Yen'de veya İnönü'de olsa atlanır mıydı? Ayrıca, küfür ve olay yok denilen yere, sadece Trabzonspor maçı nedeniyle, üstelik rakibin lehine olan bir penaltı verilmemişken ve dolayısıyla Appiah'ın görmesi gereken kırmızı kart es geçilmişken, yani senin lehine açık bir hata yapılmışken, rakip hocanın kafasını yaran maddeler nedeniyle 40 milyar, edilen küfürler nedeniyle 15 milyar cezayı ben mi verdim? Yoksa Semih'in küfürünü 4 metreden duymayanlar, Hasan Şaş'ın küfürüne 80 metreden duyup ceza verdiklerinde, "küfür = ceza" gerçeğini nasıl atlardınız? Yoksa, sizler de medya ve yayıncı kuruluşun taraftarlarınız için ürettiği sanal rüya aleminde misiniz? Sayın Uslu, "İntikam peşinde olan, iki mezar kazar" diye bir söz vardır. Cem-i cümlemize Daum Tüm rekorları alt üst ederek ortalığı kasıp kavuran bir takımın başında ve yine densiz bir terminoloji. İşte Daum.. Daha bir hafta geçmedi sallamasının üstünden. Onun takımı üzerinde "ifrazatı ayyuka çıkmış" spekülasyonlar da var, hak etmediği halde "hak verilmez alınır" yolundan ele geçirdiği tersiz başarılarda... Dedi ki muhterem: "Yabancı kontenjanımız doludur. Yurt dışında oynayan yerlileri almak zor." Bunlar tamam. Tamam da esas bomba 3. cümlede gizlenmiş tam siper. "Türkiye'de de Fenerbahçe'de oynayabilecek yerli oyuncu yok." Ben bunu "Türk oyuncudan sana menfaat yok" anlarsam ne olacak?.. Üç cümlenin biri cümle aleme ibret.. Ezcümle Daum!.. POST-IT Kurtlar Vadisi fanatikleri için Sharon Stone ne ise, Kadıköy vadisi fanatikleri için Alex odur. Yani... "Hollywood... Hollywood duy sesimizi..." (Ümit Aktan'ın bir bilimsel tahlili!..)