Sporumuzun içine birden değil, ama "yavaştan yozlaşma" yoluyla bir dejenerasyon girdiği kesin. En kaba ve en gözü dönmüş insan gurubunu oluşturan statlara "Lütfen" diye seslendiler, olmadı. Topçuları yalvarttılar, yine olmadı. Çocukları ağlamaklı bir şekilde attılar ekranlara yine olmadı. Olmaz... Çünkü işin başındakiler "kibar" değil. Koca bir genel kurul, olması gerektiği gibi geçtiği için "şahane geçmiş" gibi sunuluyor. Yani, trafiğe çıkan bir sürücü, akşam eve sağ döndüğünde, kutlanıyor ve marifetmiş gibi sunuluyor. Normal olana olan hasretimizden dolayı, kutluyoruz olması gereken gibi olan şeyleri. Neymiş,.. Kavga gürültü olmamış federasyon seçiminde... Aslında, baştan sona vıcık vıcık ilişkilerin, müdahalelerin kol gezdiği bir kongre yaptık, biri başkan oldu, olandan başka herkes mutsuz ve birbirine sallayıp kuyusunu kazacağını deklare ediyor, biz ise bunu marifetmiş gibi kutluyoruz. "Sizlerden rica ediyorum, lütfen dağılın lan!.." bir belagat biçimi, bir hitabet gösterisi oldu günlük yaşamımızda. Polis bile, "412 Reno lütfen sağa çek" diye başlar, "çeksene lan" diye bitirir anonsunu ana caddede... Sinir katsayısı cümlenin başı ile sonu arasında tavan yapar bizim insanımızda... Aziz Yıldırım'ın yaptığı olumlu tüm işleri silip atan söylem biçimi nedeniyle değil midir, hakkındaki eleştiriler. Sevgi üzerine değil, korku üzerine inşa etmiştir başarısını?.. "Beni sevmeyeni tokatlarım haa.." Takımı ligi alıp gitmiş ve zirvede yalnız kalmış; kabul görür veya görmez, orası da kimseyi ilgilendirmez ama rakibi olmayacak bir biçimde ligi götürmüş, ama o yine bir "tırmanma vesilesi" yapıverdi basın tribününü. Ben yadırgadım mesela... Basın tribünü anlayışını kafasına göre düzenlemesi ve kibarca "aha sen buraya, sen de buraya" diye ayrım yapmasını yadırgadım. Çünkü orası onun değil, biliyordum. Tüm medyayı, kendisinin bildiği için, oturma yerini de kendisinin bilmesi normaldir. "Stadın en güzel yerini onlara verdik" diye buyurdu Sayın Başkan. Bu doğal durumu bir bağışmış gibi sunması tuhafıma gitti. Medyayı kendi malı sanması da çok normaldir... Baksanıza... İsmail Güldüren'in iki faulü basında nasıl yer buldu ve eleştirildi, üstelik fark attıkları bir maçta. Üstüne üstlük bir golü de kendi adamı faul yaparak atmıştı. Tık yok... Yahu aynı adam hem Necati'yi, hem de Hakan'ı açık penaltılarla alaşağı etmişti de medya farkına varmamıştı. Üstelik G.Saray yenilmişti, F.Bahçe ise açık faul bir golle farka gitmişti... İkinci yarının ilk haftası farklı mı oynandı sanki... Tezgaha devam... İşte satılmışlık... Bunu yapan bir basın mensubu mu çıkıp da "ne diyon başkan, tabii ki en iyi yeri bize vereceksin" diyecek. Cavcav'ın dilinden kayan sözleri, meydan okumalar, tırmandırılan açıklamalar, iki faule karşı hemen istifa sesleri, kavga çıkmadığı için şükrettiğimiz kongreler... "Lütfen, biraz sakin olalım ona göre haa!.." Ya da "Lütfen lan!.." POST-İT Demek ki Konya'da elle oynamayı görmeyi engelleyen bir paradoks var. MHK, adaleti kendine göre dağıtmayı seçtiği ve bir takımın "avantasını" bir başka takıma ödetmeyi sağladığı için ve Tahkim'i de tahakkümden kurtaramadığı için kendi kuyusunu kazmıştır. (Ümit Aktan) Ersun Yanal En önemli "eleştiricisi" olmuştum hocanın. Şimdi de en büyük destekçisiyim. Hatırlayanlar bilir, o zamanlar "yarışmacı hoca" olsa da yine peşine düşsem, diye fikir beyan etmiştim. Zelenka ve Holosko gibi çok önemli iki adamı, sessiz sedasız takımına katıverdi. Yarışırken yenilenmek budur işte. Şimdi, bu iki adamı doğru öğütebilirse; ki hiç şüphem yok yapacaktır, durdurulması zor bir takım olacaktır. Ben bunları yazdığımda Ankara deplasmanı ile lige giriş yapmamıştı daha. Maçın sonucunu öğrendiğimde ise kendimi haklı buldum. Önümüzdeki yıl, şampiyonluk sıralarında yer arayacaktır. Ersun Yanal, o değildi, buydu işte... Afrika'dan getirttiğimiz... Geçtiğimiz hafta, bir gösterinin orta yerinde "parsa" toplayan yardımcıdan sözetmiştim. Şimdi, aynı panayıra geri dönelim. Gösterinin en iyi parçasını eline bir boru alarak duyurmaya çalışan çığırtkan şöyle seslenirdi: "Geel vatandaş geeeel.. Afrika'dan özel kafesler içinde getirttiğimiz.." diye kalabalığı uyandırmaya çığırırken, bunun ya bir deniz kızı, ya da iki başlı bir canavar olduğunu filan anlatırdı. Şimdi bunu internet üstünden yapıyorlar. Çığırtkan eklerdi: "Kaçırma vatandaş geeeel. Asker yirmibeş, başıbozuk elli.." F.Bahçe büyük iş başardı. Adama, kıta kupasının arasında bir lig maçı sıkıştırıverdi. Takımın da bir tavrı yok gibiydi. Sistem öğütmüştü operasyonu. Tek kelimeyle kutlamak gerek bu "Think big" düşünceyi. Yani büyük düşünmeyi... Bir de "sınırın ötesini" de büyük düşünebilseler... Türkiye'de onlara sunulan "Think pink" düşünceyi, yani "pembe hayalleri" biraz kenara iteleyebilseler... Terim varken Terim derim İlk ve en önemli icraat, Terim ile devam edebilme imkanlarını sonuna kadar zorlamak olmalıdır. Ulusoy Başkanın hayalini kurduğu yeni yapılanmayı ancak Fatih Terim yapabilir. Başlamış olan bir "doğru eylem" kesilmeden devam etmelidir. Hani bazı adamlar için söylenen bir söz vardır futbolda... "Şayet, ayakta durabiliyorsa, onu mutlaka oynatırım." Veya... "O'nu koyar etrafına bir takım yaparım" gibi... O tür adam olan Fatih Terim üstelik, tavrını erkekçe sergileyen bir mertlik göstermiştir. Son dakikada kendi lehine kıvıranlardan bile tırsması gerekir Ulusoy Başkanın. Çünkü dönebilen, daha fazla verene de dönebilir. Terim derim... S-ÖZ Kiralık katil tutmanın en tehlikeli yanı nedir biliyor musunuz? Bir başkası onu daha fazlasına kiralama şansına hep sahip olacaktır. (Ümit Aktan) >> Kısmetsiz takım körler çarşısında ayna satar, sağırlar çarşısında gazel atar, çölde ağaca çarparmış...