Türkiye Ligi'nde futbolun bütün tartışmalarını bir yana bıraktık, hatta onlarca yılın özlemi Şampiyonlar Ligi finalini kazanmamızın da tadını çıkaramadan, "İşkilli düdüğün destanı" ile uğraşıp duruyoruz. Beşiktaş Papila ve Uzun'u "Yanlış, hatalı ve kasıtlı" buluyor, Aydın ve Dereli'yi "Doğru, başarılı ve tarafsız" gördüğü için çok şey kaybediyor. Aslında hatalı olanlar Aydın ve Dereli, doğruyu yapanlar da Papila ve Uzun. Ancak 1.5 yıldır böyle maç yönetmenin eğitimini almadıkları için şaşkınlıkla ne yapacaklarını bilemiyorlar. Lucescu "Ben G.Saray'da iken Bülent Uzun önümüzü kesip Beşiktaş'ı şampiyon yapmıştı" diyor. Ba ba ba ba ba... İyi ya şimdi de Beşiktaş'ın önünü kesip Fener'i şampiyon yaparlar. Büyük kepçeyle çorba içip biraz da onlar ölsün. Önleri kesilip Beşiktaş şampiyon yapıldıysa, geçen yıl Beşiktaş'ın şampiyonluğunda kimin önü kesildi acaba? Lucescu "Takımı ileri çıkartmam, hücum oynatmam" diyor. Ba ba ba ba ba... Sen Okan, Sinan, Ali Cansun gibi isimleri kulübeye koy, Sergen'i santrfor yap, ondan sonra bunun adına hücum için oynadım de. Gülerler adama... Lucescu "Parlamento el koysun. Sosyal patlama olacak sonra" diyor. Ba ba ba ba ba... Bu konuda endişesi olmasın. Türkiye'de F.Bahçeli daha çok. Meydanda yaşanan adaletsizlikten patlama değil, tersine toplum huzuru doğar. Lucescu "Çavusesku döneminin Romanyası gibi oldu Türkiye Ligi" diyor. Ba ba ba ba ba... Daha geçen hafta aynısını yazmıştım. Bunu zaten en iyi Lucescu bilir. Ayrıca Sinan Engin, "Cem Papila oyuncularımızla diyalog kurmaya hiç çalışmadı. Hemen kart çıkardı" dedikten iki hafta sonra, "Bülent Uzun oyuncularla diyalog kurmaya çalıştı, hemen kart çıkarmadı" diyerek içinde bulunduğu dengesizliği gösterdi. Bu demeçlerden birincisi 24 Ocak'da, diğeri 6 Şubat'da verildi. Bütün bunlara ek olarak geçen cuma bu gazetede bir yazı yayımlandı. Altında Öcal Uluç'un imzası vardı ve MHK ile Bülent Yavuz'un bağırsaklarını ortaya döküyordu. Çok yakın aralıklı olmasa, aynen bu köşeye alıp okumamış 3-5 kişi kaldıysa belki yakalar diye dokunmadan tekrar yayınlamak isterdim. Benim aylardır yazdıklarımı mükemmel bir üslup ve yoğunlukla tek yazıya sığdırıvermişti Öcal abi... FİNAL FİLAN... Değip geçmeyin.. Türk futbolunun kulüpler, lig ve milli düzeyde asfeksi yaşaması nedeniyle toz dumana gitti Şampiyonlar Ligi finali. Asfeksi "yeterli oksijen alamama" anlamına geliyor. Boğulan Türk futbolu da UEFA'nın Olimpiyat Stadı'na verdiği nimetin farkına varamıyor. İstanbul'u dünyanın gözüne sokacak milyonlarca dolarlık bir yatırıma bedavadan sahip olduk. Bu yolu açan Spor Bakanı Mehmet Ali Şahin'i, bu yola baş koyan Şenes Erzik'i, bu yola gönül koyan Mehmet Atalay'ı ve bu yola koşan Haluk Ulusoy'u ben şimdi sırtımda taşımak isterim. Bu yola bilgi koyan Togay Bayatlı'yı da onlardan ayıramam. Henüz neyin bize verildiğinin farkında değiliz. 2005 mayıs sonlarında neyi elde ettiğimizi anlayacağız. G.Saray'ın da hangi yolda ve ne uğruna bir sezon feda ettiğini... Üstelik organizasyonu da Futbol Federasyonu'na verdiler. Haluk Ulusoy öyle mükemmel yapar ki bu işi, şapkanız uçar. TÜRKLER SAYESİNDE!.. Türkiye'nin Almanya ile başlayan muhabbeti 30 yılı aşkın süredir artarak ve değişerek gelişiyor. Önceleri "köle ticareti" kapsamında insan tüketen anlayış, Türk insanının çalışkanlığı ve "Alaman" zihniyetinin bir türlü beceremediği "pratik zekası" nedeniyle artık çok başka bir anlam çıkarmaya başladı ortaya... Eskiden bu konuya "Mardin-Münih hattı" çerçevesinde parmak basılırdı.. Şimdilerde Almanya Türkiye üzerinden Japonya ile bağlantı kurabilen bir ülke haline geldi. Türkler sayesinde!.. Bir çocuk Almanya'da "fondemental" eğitimini alır. Ancak "kayıp nesil" sendromundan da kurtulamaz bir türlü. Gencecik yaşında Türkiye'ye getirilir. Kafası "Türklük" anlayışına ters çalışmakta, fakat vücudu, adaleleri ve saç traşı "klasik Türk standartlarının" üstüne çıkmaktadır. Kuşadasıspor'da bir süre ter döker ve dikkat çeker. Üç-beş milyara Samsunspor'a götürülür. Vitrinin biraz daha önlerinde yer almaktadır. Ardından Beşiktaş ile Avrupa'da, Milli Takım ile dünya üçüncülüğüne denk gelen şansı ile de dünyanın gözü önünde haltlar karıştırmaya başlar. Leeds maçında sahadan atılır, ayıplanacak iken kahraman olur. Kore ve Japonya'da Hakan Şükür'ün 7'de 1'i kadar oynar ama ondan 7 misli fazla fark edilir. Sırtına dövme yaptırır, saçlarını Samuray şeklinde kestirir, sonra asker traşı olur ve hep "olay" olur. Kıstırılmış Türklük ile bastırılmış Europalılık arasında gidip gelir. Sonunda "aykırı" tipi, "aykırı" aile yaşantısı ve duruşu ile Japonlar'ın ilgisini çeker. Dökerler "Yen'den devşirme dolarları" ve alıp giderler bizim "Alman mı Alaman mı" olduğu bir türlü anlaşılamaması ile büyüyen "olay çocuğu". Oradaki zihniyet pantolon olmadı bari gömlek verelim şeklindeki Mahmutpaşa zihniyeti midir acaba?.. Japonya Beckham'ı alamamış ve yerine İlhan Mansız'ı almıştır. Üretim olduğu kadar tüketimde de zirveye oynayan Japon mantığı bizim çocuğu kapıp götürmüştür sonunda. Oynamasa da onun adına satacakları forma ve diğer promosyonlarla zaten bedavaya getireceklerdir. Japon mantığında kaybetmek yoktur. Futbol değerleri ve sahaya akıtacağı şeylerle de pek ilgilenmezler. Onların derdi "Alman çıkışlı Türk" tipindeki ve duruşundaki aykırılıktır. Bunu da elde etmişlerdir sonunda... Kendi toplumlarını "İlhan" figürüyle sağacaklardır şimdi... İlhan Mansız tipik bir "Doğan görünümlü Şahin" mantığının hizmetkârıdır. Tom Cruise ile Samuray mantığını ihraç eden Japonlar, şimdi Samuray taklidi yapan kafası içeri çökmüş ama tüketimi tahrik eden bir anlayışı ithal etmişlerdir. Bu, aslında Almanlar'ın bize bir kazığı olmuştu. Bizim becerikli Türk iş dünyası kazığı kendi üstünden Japonya'ya aktarmıştır. Gerisini Japonlar düşünsün... Utanacaksa da Almanlar utansın. Bize ne!..