---------------- Ligin üstü "hizaya gelmeye" başladı. Bunun böyle olması için biz medya mensuplarının "taraf tutarak" yayın yaptığını ve yazdığını söyleyenler böyle olmasını istediği ve en çok onlar kayırdığı için "büyükleri", şimdi şikâyet etmeye haklarının olmadığına inanıyorum. O nedenle uzun bir zamandır kafamı bulandıran şeyleri sizlere sormak istiyorum... ---------------- Bugün sizlere; uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bazı soruları iletmek istiyorum. Bazıları, tarafınızdan "üzerinde durmaya değer" bulunmayabilinir. Ama benim kafama takılıp duran "tuhaf şeyler" konusunda size değil de kime danışacağım ki... Bu konuda takipçilerimizden ve özellikle benim gibi düşünen veya bu tuhaflıkları "kafaya takan" Yadigar Ergüden adlı okurumdan çok faydalandığımı söylemeliyim... - Sonucunun golsüz olduğunu bildiğimiz bir maçı banttan izlerken bazı pozisyonlarda niye elimizde olmadan heyecanlanırız ki? - Takımların dünyaca ünlü bir futbolcuyu almasıyla ilgili yalan yanlış haberler çıktığında hemen gazetelerde fotoşop marifetiyle o futbolcuya o takımın formasını giydirmek, neden ilk işimiz oluverir?.. - Biz futbol spikerleri kaçan gollük pozisyonlar için neden "yüzde 100'lük gol kaçtı" deriz. Yüzde 100 gol olma ihtimaline sahip bir pozisyon nasıl gol olmaz ki? - Gol sevincinde yedek kulübesine gelen futbolculara teknik direktörün hâlâ el kol işaretiyle bir şeyler anlatmaya çalışması, sevinmesinin yakışık almayacağını düşünmesinden mi kaynaklanır, yoksa "bak görevini hâlâ yapmaya devam ediyor" demeleri için midir? - Yurt dışından transferi gündemde olan futbolcuların; neden hep attığı golleri gösteririz de yediği bacak arası hiç yoktur ortalıkta? - Teknik direktörün 90. dakikada oyuna alacağı yedek oyuncuyu yanına çağırıp taktik vermeye çalışmasının mantığını ben anlayamıyorum asla. Ya siz? - Mahalle maçlarında oyun bilmeyenlerin defansta oynatılması değil midir; bugünlerde "savunma yapmayı bilmiyoruz" diye hayıflanmamızın nedeni ve "Milli takımın defansı niye kötü" dememizin sebebi? - Neden çöpler içinde onlarca farklı madde olmasına rağmen hep aynı kokar? - Yardımcı hakemler neden hep asık suratlıdır? Sırıtın demiyoruz da en azından somurtmayın! - "Mehter takımı gibi, iki ileri bir geri" benzetmesi bitsin artık. Zira mehter takımları yürüyüşlerinde asla geri adım atmazlar ki... - Son yıllarda erkek veya kız çocuklara konan isimler neden üç veya dört harfli isimlerden oluşuyor? Ve neden hepsinin sonunda "can" ve "su" eki kullanılıyor? - Berabere biten maçların ardından biz spikerler neden ''Her iki takım da 1 puana razı oldu sayın seyirciler'' deriz ki? Nereden biliyoruz razı olduklarını, gidip sordun mu? - Elektrikler kesildiğinde; "acaba onlarda da kesik mi" diye karşı apartmanlara bakmak neyi kontrol etmektir? - İnsanlar otobüse binmeden önce defalarca ''Varınca beni ara, inince ara'' dedikleri halde yolcu otobüsüne bindikten sonra niye hâlâ elleriyle telefon işareti yaparak ''Beni ara''demeye doyamazlar? - Çalışmalarda verilen rahatsızlıktan ötürü özür dilenmesin. Rahatsızlık verilmesin yeter! - TV programlarında ve ana haber bültenlerinde sokaktaki vatandaşa bir şey sorulacağı zaman, sorulan yer neden hep İstiklal Caddesi olur? İstiklal Caddesinde ülkenin en süper fikir sahibi insanları mı tur atmaktadır? - Yenilen takımın hocası neden hep "basit hatalardan" gol yemekten şikayet eder de, attığı goller hep çalışılmış ürünlerdir. Attığı bir gol, rakibinin basit hatasından olmuş olamaz mı? 3 bininci gol! Ben Galatasaray'ın "neden 3000. golü bizden biri atamadı" diye hayıflanmasını anlayamıyorum. Alırsın Ankaragücülü oyuncunun formasını, yanına vuruşu yapan Selçuk'un formasını koyarsın, 50 sene sonra benim oğlum kendi oğlunu o müzeye götürdüğünde okur altındaki plaketi... Bu kadar... "Pişti maçlar!.." Yayıncı kuruluş şikayet ediyor Galatasaray ve Trabzonspor maçları "pişti" oldu diye... Fenerbahçe cumartesi gecesi hür ve özgür, pazar iki büyük tam pişti, pazartesi bir başka büyük "oyuncu esirgemek zorunda bırakılarak" oynuyor. Alın cumartesiye Galatasaray'ı... Koyun Fener ve Trabzonspor'u pişti durumuna... Yayıncı kuruluş buna razı olur muydu? Açık yüreklilikle bunun cevabını versinler, bana yeter... "Küçükler ot gibidir, büyükler ise rüzgâr. Rüzgâr ne yöne eserse, otlar o yöne eğilir" demiş Konfüçyüs... Büyükler zirveye sıralanıyor da o nedenle aklıma geldi...