Maçın öncesi hayaller kurarak geçmişti. Delgado'ya erken golü attırmış, son yarım saatte rakibi riske sokmuş ve Toraman ile bir tane daha yazmıştık... Bir gün önceki idmanda gördüğü gerçek ise; Beşiktaş'ın yenilebileceği ama rakibinin burnundan da gurup liderliğini, fitil fitil getireceğiydi. Maç başladığında her iki kanadı diklemesine, ortadaki ikinci bölgeyi ise oyuncu eksilten paslar yaparak gelen bir büyük takım, iki sezon öncesinin şampiyonu çıktı karşımıza. Bizimkiler ise tam bir deplasman oyunu seçmişti kendine... Doğal olarak tek forvete uzun atılıyor, ortadan başlayan savunma ve çok tecrübeli bir kaleci ile de savunuluyordu. Rüştü üzerine düşenden fazlasını yaptı zaten... Sabırlı oynuyordu Beşiktaş... 60'lardan sonra rakibin gireceği riske karşılık bir şeyler hazırlamıştı Sağlam Hoca. İlk yarım saat hiç gitmeyen Tello ise belli ki, son yarım saatin hücum silahı olacaktı. Ayrıca bu noktaya geldikten sonra böyle iyi ve adaletli bir hakem de bulmak zordu. Beşiktaş hiç bir dış saha maçında bu kadar doğruları bir araya getirmemişti bu gurupta. Devre bitmeden Liverpool'un haberi geliyor ve Porto'nun zaten pek ihtimal verilmeyen riske girme durumu ortadan kalkıyor. Riske girecek olan biziz ve fazla katkısı olmayan Burak ya katkıda bulunacak, ya da oyuna daha fazla katkısı olabilecek biri girecek. Bekliyorum Tello'nun daha aktif bir göreve soyunmasını... Ben bunu beklerken Rüştü'nün şapkadan kuş çıkardığına tanık oluyorum veee... İçeri berabere gidemiyoruz ve hakem de yapacağını yapmış oluyor. İkinci yarıda ise dağılıp un ufak oluyoruz. Özellikle Üzülmez'in kanadı deliniyor. Akın olan İbrahim ise, "ne işim var su maçta" gibi oynuyor. Aslında fark nerede biliyor musunuz?.. Koca statta bir kere bile "merdivenlere oturmayın, UEFA ceza verir" falan anonsu yapılmıyor. İşte burada ve bizim de Quaresma gibi karizmalı oyuncularımızın olamamasında...