Bayağı acıktık. Krallar ve dilenciler hep aynı iştahla acıktığına göre değişmeyen tek ortak yan acıkmış olmaktır. Kısır döngümüz çok şükür başlıyor ve ortada ne bulursak, olmadı birbirimizi yemeye başlıyoruz sonunda. Bizim sezonumuz başlıyor. Ohh!.. Ne kolay iş be... Otur akşam serinliğinde bir stada. Ara sıra oynanan maça bak, yanındakiyle konuş, muhabbetin arasına birkaç fikir sıkıştır, yanındakilerden de bir şeyler kap, maç biterken tabelaya bak ve saldır. Yada yala!.. Dünya Kupası bizim "hoca beğenmezliğimizi" ve "sistem dedikodularımızı", aralara sıkıştırılmış "oyuncu yanlışı" gibi yorumlarımızı bir süreliğine oyalamıştı. Ama orası ayrı bir kültür olduğu için biraz zor gelmedi de değil. Ama şimdi en kolay tarafı başlıyor işin.. Maça girmek bedava... Maçın çayı kahvesi de öyle... Hakemin beline beline vurmaya kimse para almıyor. Hoca denilen şey, önümüze uzanmış bir kurban. Futbolcular nasıl olsa "o kadar çok parayı hak etmeyecek bir şeyler" yapar bir maçın içinde. Olmadı federasyona salla gitsin. Formül çok basit... Yazarı olduğun takım yenildi ise: Sallarsın hakeme, olmadı hocana, olmadı kadro dizilişine, çünkü seni haklı gösterecek ve "ilk onbire sığmamış birkaç isim" vardır mutlaka kulübede oturan... Yazarı olduğun takım yendi ise: Bunun bir ruh meselesi olduğunu ve bunun da sadece senin takımında bulunduğunu, hocanın çok zekice hamlelerini, yönetimin isabetli transferlerini gündeme getirirsin, oluverir. Hassas noktalar yok değildir. Mesela, yönetimin adamı olmadığını vurgulayacak bir sert cümlenin ardından (kimse kusura bakmasın, en iyi bu tabir anlatıyor) "rakibe geçirmek" veya yönetim hocadan şikayetçiyse ona, memnunsa oyuncuya saldırmak, gözden çıkmış bir oyuncu varsa ona hücum etmek, çok dengeli yapılmalıdır. Maç bittikten sonra mutlaka iki satır fikriniz olmuştur. Bazılarını da gazete mutfağının becerikli kadrosu tamamlar zaten. Her şey bedava ve ne güzel değil mi?.. Hava, su, güneş ve yani yaşamak bedava... Ne kadar sert sallarsanız, o kadar da fiyatınızı artırabilirsiniz... Televizyonda neler olup bittiğini söyle, adına "maçı anlatmak" desinler. Radyoda oynananla hiç ilgisi olmayan hayali ataklar üret ve canlandır. Milletin kafasını karıştırdığın sürece makbulsün. Beton bir abidenin, belli bir kesimin tapınağı olan ve rakibin sunağa uzanmış bir kurban gibi görüldüğü, direndiği zaman buna çok sinirlenmek gerektiği, propagandanın lirik bir uzantısı olan yerlerde bir ideolog gibi davranmak gerektiğini unutma yeter... Centilmenlik ve fair play denilen şeyin, maç başlarken el sıkışan iki kaptandan ibaret olduğunu ve sadece kale seçimi için para atılana kadar sürdüğünü asla unutmamalıdır bir spor yazarı... Sonrası kazanınca destan, kaybedince hüsran... POST-İT Sizin gibi düşünmeyenlerin veya sizin takımı tutmayanların en çok neden korktuklarını anlamak için, sizi korkutmak için neleri kullandıklarını ve neleri yazıya veya söze döktüklerini takip edin. Hemen anlarsınız korkularını... (Ümit Aktan) > Ruhunu satmayan spor programı da var Bu hafta kısmetse, biz de başlıyoruz. Kanal A televizyonunda "Haydi Maça" adlı program tiryakisine hizmet vermeye başlıyor. Eğer teknokratların biçimlendirmeye ve disiplin altına alıp, zapt-u rapt altında tutarak öldürmeye çalıştığı futbol oyununa karşı çıkıyorsanız, sizler de bize katılabilirsiniz. Eğer, saatte bin dolar kazanan oyuncuların dünyasında eğlenceli bir gezinti yapmak isteyenler varsa, onlar da katılabilir. Bu, "saatte bin dolar" hesabıma "uykuda geçen saatlerde" dahildir. Eğer "iddaacı" biriyseniz zaten bizdesinizdir... Futbolun "Kâr amacı gütmeyen dernek" yutturmacası arkasına sığınıp, tam tersine para buharlaştıran dünyasına ruhunu hâlâ daha satmamış olanları bekliyoruz... Eğer futbolun hâlâ bir oyun olduğuna inanıyorsanız, bize bir uğrayın... Eğlenmek istiyorsanız, rakibinizi ölü görmek istemiyorsanız, bekleriz... Adrenalin baskısını seviyorsanız, bizi izleyin... Çünkü, program başladıktan bir dakika sonrasında ne olacağını biz de bilmiyoruz!.. > Avrupa duyacak sesimizi!.. Ben tüm takımlarımızı Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası'na katılmış görüyorum. G.Saray, bir yıl öncenin tecrübesiyle Çek takımını geçer. İkinci bir Tromsö faciası, oyuncuların tek ellerini arkalarına bağlasanız bile gerçekleşemez. Kayserispor için Arnavutluk ekibi rakip bile olamaz. Ezer geçer garibanları... Trabzonspor için, ne kadar güzel ve özel bir intikam ateşi yandığını gördünüz herhalde. Anorthosis'in acısı Apoel'den öyle bir güzel çıkar ki... F.Bahçe ise eğer bu işe kelleyi koyduysa ve gerçekten istiyorsa, Dinamo Kiev'i iki muhteşem maç oynayarak geçecektir. Çünkü, başında artık Türkiye'yi çözmüş olan bir un tüccarı değil ve üç gün sonraki lig maçına sığınan bir Alman değil, kafayı Avrupa kariyerine takmış olan bir hocası var... Onların tek engeli, uyduruk bir Tornshavn galibiyetini şahlanan bir ruha bağlayabilen kendi yazarlarıdır. Bu yılın son yarısı çok hareketli geçecek... Bütün takımlar Avrupa'da... Yaşasın... > S-ÖZ Vücudu kirden, sözü küfürden, kalbi kibirden korumalıdır. (Türk Atasözü) > Beşiktaş hazır, G.Saray nazır... Süper Kupa'yı Beşiktaş anasının ak sütü gibi helâl ederek kazandı. Yeni transferlerinin aslığı, eski oyuncularının da sorumluluğu alması nedeniyle G.Saray'dan daha iyi oynadı ve Süper Kupa'yı kazandı. G.Saray'da ise Mondragon, Mehmet Güven ve Hakan Şükür'ü ayırırsak, bu yıl lige "yine nazır olacak" sinyalini verdi. Nazır vezir demektir... Yani, "İkinci adam" durumunda kalır. Eğer Necati'nin abuk subuk işleriyle, Hasan'ın saçma sapan oyunu ve gerginliği çözümlenemezse G.Saray'dan çok iyi bir ikinci çıkar. Şayet birinci olan kendi kendine ve elinin tersiyle birinciliği itmezse. Yani geçen sezona benzer bir durum olmazsa G.Saray şampiyon olamaz. "Mampiyon" olabilir. Geçen sezon olduğu gibi... > Propaganda öyle bir sanattır ki; başkasının ayağına basıp kendi "AH" diyen biri, iyi propaganda yapıyor sayılır. Tıpkı bizim spor yazarlığımız gibi...