Kavganın içindeki köpek...

A -
A +
Koca bir Dünya Kupası'nı devirdik. Dört yıl sonranın kitapçıklarında yer alacak birçok yeni "istatistik ve rekor" sahibi olduk. Ben daha kupanın turu soğumadan bana neler bıraktığını toparlamaya çalışacağım. Neleri unutmamam gerektiğini ezberime almak için bugünü de kupaya ayırıyorum, artık haftaya kendi "kısır döngümüz" içinde başlarız yerel topun dedikodusunu yapmaya. Sahadaki herkesin "arkasından" konuşmak sezonu açılmıştır. Ama haftaya... Kavganın içindeki köpeğin büyüklüğüne değil, köpeğin içindeki kavganın büyüklüğüne bakın..." derler. Bazıları da "Ormanın içinden bir maymunu çıkarabilirsiniz ama bir maymunun içindeki ormanı çıkarabilir misiniz?.." diye de sorarlar. 19. Dünya Kupası'nda birçok takım kavganın içinde büyük bir köpek gibi göründü ve birçoğu "kuyruğunu kıstırarak" evine döndü. Pazar gecesi final oynanırken; Orada olmayı hayal eden veya bizim orada olmasını hayal ettiğimiz birçok ünlü oyuncu bir kumsala uzanmış yanındakiyle cilveleşiyordu. Birçok "yazık oldu" takımımız ve oyuncumuz da oldu nur topu gibi. 2002'de de bize olmuştu... İtalya ve Fransa çok büyük ama bir o kadar da korkak köpek gibiydiler ve hemen tüydüler. Arjantin ve Brezilya ise biraz daha dayandılar ve ilk sert havlamada çıkacak ağaç aradılar. Slovakya, Yeni Zelanda, Amerika gibi takımlar da korkmadan havlayan, hatta çekinmeden ısıranlardandı. İsviçre şımarık bir fino gibiydi ve ısırdı bir kez ama ısırdığına bin pişman döndü kulübesine. Bazıları Blatter ve Platini'nin süs köpekleri gibi kucaklarında gezdiler... Ve ben bir şeyi yine bildim... Finali bir Adidas ile bir Nike oynadı bir kez daha... İt dalaşı yaptılar... POST-İT Florya'da kalmış son "liseli" de gitti... Cem-i cümlemize hayırlı olsun!.. 5 dil bilen ve her şeye ve her yere yetişen "son liseli de" artık kapının önünde. Florya, televizyonu içinde olarak sokağa teslim artık... TRT SPOR TRT Spor Servisi'ndeki arkadaşlarımı, 18 yıl hizmetimin ardından dönüp bir kere bile yüzüme bakmayan eski dostları, benim koruyacağımı hiç sanmazdım. Ama çok ağır kaçtı eleştiriler... Kimin iyi berber, kimin iyi inşaat ustası, kimin iyi cerrah olduğuna kim karar verebilir?.. Basit... Daha önce berber çıraklığı, daha önce inşaat kalfalığı yapmış veya bir tıp profesörü karar verebilir. Kimin iyi maç spikeri olduğuna ise herkes!.. Mesela Burhan Ağabey, bize neyi seyretmemiz gerektiği konusunda referans verebilir. Ama bazı dostlarını kayırmadığını da kabul edemem. Çok ağır vurur. Oysa bu ülkede herkes TV eleştirmeni olabilir, bunun için biraz dikkat, biraz ilişki, biraz da zaman ayırmak yeter. Ama nedendir, doğru dürüst maç anlatan sayısı onlarca yıldır 8-10'u geçmez... Birini hemen TV eleştirmeni yapabilirsiniz ama bir Levent, bir Tansu 25-30 yılda yetişir, bir Yalçın için en az 20 yıl gerekir. Eleştirenler; üçüncülük maçında benim gördüğümü bana hızlıca anlatan kardeşimin farkında değildir mesela. Veya Denizli'den gelen ve dahili anonslardan öteye gitmemiş birinin torpillerle akreditasyon sorumlusu yapılması, oradaki kadroya ne müdahaleler yapıldığını bilmeden ve Spor Daire Başkanlığı kurup Haber Dairesinden ayrılıp İstanbul'a konuşlanması gerektiğini bilemeden ve yazamadan sadece anlatımı eleştirmek doğru olabilir mi?.. 80'lere gelen ve Allah'tan daha uzun ömür dilediğim Burhan Ağabey, bazı yeni olgunlaşmış arkadaşlara gençlere yol açmasını tavsiye ederken, yaşıtı sevgili Orhan Ağabeyimize destek çıkmasını nasıl algılayabilirim ki? Eleştirilecek her şeyi atlayıp, sadece anlatımları eleştirmek biraz kolaycılık sayılmaz mı? Eleştirdiğimiz bu emekçi yetenekler ne kadar özgürdü acaba?.. Bana kalanları sayalım şimdi... Hiç eğlenmeyen, orada olmaktan dolayı hiç mutlu olduğunu hissetmediğim bir yorumcu arkadaşım kaldı bana. Tarihe çıplak gözle tanık olduğu birçok saniyeyi hep bloklar arasında bağlantılar kurarak heba etti... Tribün zırıltısı ile yorum zırıltısı harman oldu... Misyonu büyük bir kalamar bütün bültenlere oturdu mesela... Nasıl unuturum? Van Bronckhorst'tan kaleye doğru atılmış bir havan topu ile Suarez'in muhteşem kurtarışı... Boulahrouz'un ters kademe kitabını piyasaya sürdüğü maçları, Klose'nin ölüsünden bile bir çuval gol çıkabildiğini... Attığı gollerin resminden çok saçını düzeltirken çekilenlerle spor sayfalarını değil, erkek kuaförlerinin duvarlarını süsleyen Ronaldo ile Gyan'ın ciğerinden akıp gelen gözyaşlarını unutamıyorum. "Kuyt", "Köyt", "Kayt" ve "Koyt" arasındaki kararsızlığı da unutamam... Hepi topu 4 harfi bir araya getiremedik... Maradona renk kattı hayallerime; son maçta "kahverengi" olsa da... İsabetli pas yapanların listesinde son maç oynanmadan önce 6 İspanyol'un sıralanmasını, ama ardından gelen ilk İspanyol olmayan adamın bir savunmacı olan Philip Lahm oluşunu nasıl unutabilirim mesela? En çok faul yapılan adam ile en çok faul yapan adamın aynı adam olması, adının da Japon Honda olması da unutulmayacak... S-ÖZ Kavganın içindeki insanın iriliğine ve kaslarına değil, insanın içindeki kavganın büyüklüğüne bakın, kimin kazanacağı daha kolay anlaşılır... Ümit Aktan İçinde maç seyredilen erkek erkeğe kahvelerini bir dolaşın bakalım. Maç kaybedildiğinde önce "hakem", ardından "anlatan" suçludur ve ilk küfrü onlar yer.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.