Ne sonuç alacağından daha önemliydi nasıl oynayacağı bir "liseli" için; ancak, üç puanı bir şekilde alması çok önemliydi bir "alaylı" için. Geçen senenin şampiyon takımını orta yerinden "caaart" diye ikiye bölenlerin kınası yakıldı Konya'da. Yense alaylılar müdahale ettik diyecekler, yenilseler liseliler beceremiyor diyecekler... G.Saray'ı iyi oynarken yediği muhteşem gol pek ırgalamadı. O süper golün cevabı da hemen geldi zaten. 1-1 olduktan sonraki 35 dakika hep top kayıplarıyla geçti. Yavanlaşan ve yavaşlayan futbolun tadı tuzu kaçtı. Aykut'un muhteşem bir refleksi, Mustafa Er'in çizgiden çıkardığı top ve bir kez daha çizgiye kadar gelip Erkan'ı geçemeyen G.Saray, golden sonraki dakikalarda sadece uykumuzu kaçırdı. Hakan Şükür, çok iyi bir "iştah gösterisi" sunuyordu ama bir önceki haftaki performansından uzaktı. Arda'nın sakatlığından sonra "Ben kimim, burası neresi, ne maçı bu?" bakışlarıyla, durumun farkında olmayan Carrusca'dan boşuna medet beklenecek gibi geldi bana ikinci yarıda. İkinci yarıda Hasan Kabze'yi sağa atan Gerets, bir kez daha tornacıya kaporta tamiri yaptırma hayalleri kurdu. Kanadı bırakıp ortaya koşan Kabze ise doğru vuruşu kısmete vurdu... Kalecisinden çektiğini başka kimseden çekmedi Konyaspor. Geri düştükten sonra G.Saray'ın zamana oynamasını kendine yakıştıranlar vardı takımda. Bir de Carrusca'yı oyuncu zanneden Gerets. Hakan oynamak isteyip de oynayamayandı dün gece... Bir de oynamayı unutanlar ve eksik oynayanlar vardı. Hafta boyunca üretilen negatif enerji, kadrodaki 3 - 5 ismi de doğrudan etkilemiş. Bu nedenle maç kazanmak bir masaldı zaten. G.Saray eriye eriye sonunda geldi ilk 4'e kalabilmek için oynamaya. Yani benim ağustos başında söylediğim yere. Kınaları ortaya çıkarmanın ve avuçlara yakmanın ve hatta isteyenin istediği yere sürme zamanı gelmiştir. Töreni de Konya'da yapıldı zaten.