İlk yarının "bu" şekilde bitişinin en önemli nedeni belki de ilk yarının "o" şekilde başlamış olmasıydı. "Şoku başarıya çeviren" Fatih Terim ile "yoku başarıya çeviren" Abdullah Avcı fotoğrafları vardı koca bir ilk yarıda... Ama dün gece "efsanelerini anan" Galatasaray'ın "şimdilik anamayacağı efsanesi" Arif Erdem'in sahneleyeceği oyundu merak edilen... Melo'nun defansif ağırlığı ve "abilik" tavrının açığını Engin'in hücum çılgınlığı ile kapatırsınız ama rakip, kendi ortasına "yengeç sepeti" kurabilen bir "şok sortiler" ustası... Amma velakin... "Takım ruhu" Emre Çolak, Hagi amcasına selam durduran bir şutu ayağından çıkardığında golün kıymeti ve güzelliğinden fazla, ustaların onu kutlama biçiminde yatıyordu. Erken gelen beraberlik golü ise hücumda 7, geride 10 kişi olabilen Belediye ekibinin hünerinden doğum yapmıştı. Sonrasında müthiş bir tempo, ülkenin yüz akı bir maç ve olağanüstü doğru ve iyi oynayan İstanbul Belediyespor... Tek yanlış, Özkahya'nın Engin'e yapılan harekette çıkarması gereken kırmızıyı birkaç dakika sonra kullanmak zorunda hissetmesiydi kendisini... Arif Hoca her türlü tevatürden kurtardı kendini daha ilk yarıda... Gerisi başka bir maç oldu. Bir fazla oynamayı sindiren Galatasaray dayanılmaz baskısıyla ikinciyi buldu. Yine Emre sıktı kurşunu ve kopardı aldı maçı daha 21 yaşındayken. Arif abisinin Galatasaray'a geldiği yaştayken... Sonra bir türlü son çizgiyi geçmemek için direnen topun macerasını seyrettik. İki fark olana kadar asla "garanti" sunmayan maç, müthiş bir futbol gecesi sunarak ve "tadı kaçtı" denilen ligin ender futbol gecelerinden birini yaşatarak sona erdi. Kendi adıma "doydum" diyebilirim... 11'e 11 olsa... Top oynandı dün gece. Çatır çatır, kafa kafaya ve kesinlikle 11'e 11 olsa sonu kestirilemeyecek bir maç oynandı. Emre takımını, Arif Hoca da namusunu kurtardı diyelim.. .