Maça bakarsak, "yenebilirdik!" Maçı bırakıp; felsefeye bakarsak, maçtan daha önemli olarak geleceğe dair bir şeyler kazanacağımız bir maçtı. Bir milli maçı sabahı düşünün; Umut adındaki lider takımın golcüsü Serdar Kesimal adındaki lig ikincisinin stoperiyle tanışmış, ilk kez maç birlikte yemeği yemiş ve ondan uzun pas bekliyor. Sonlara doğru Nürnbergli Mehmet Ekici ile Kazım'ı düşünüyorum. İkisi de giydikleri formanın ana dilini konuşamıyor. Birbirlerinin dilini de bilmiyorlar. Sabah tanıştılar, tercüman aracılığıyla maç konuşmasını dinlediler, hayatlarına ilk kez el sıkıştılar. Ve skoru toparlamak için oyuna girdiler. Kulübedeki Ersan ise bu ikisini ve hatta Köybaşı hariç bütün takımı maçtan önce bir gündür tanıyor. Biz de buna "yeni yapılanma" diyoruz. İlk defa bir araya gelmiş bir oyuncu topluluğu "kim hangi ayağına ister" alışkanlığı olmadan Hollanda gibi oyuncu deneyen bir takıma karşı sahada. Yeni yapılanacaksak; bu kadro hem Rusya'dan hem de Türkiye'den "gizli saklı" para alırken, Amerika turnesinden bu yana bir arada oynuyor olmalıydı. Bu yapılanma meselesi; hayallerimizi toprağa vermeden önce yapılmalıydı. Maçın geneli içgüdülerle sistemin ve coşku ile disiplinin mücadelesi olarak geçti. Ne zaman ki, "pas verecek kimse yoksa taca atmakta yiğitliktir" denilen yere geldik işte orada kendimize yakıştıramadığımız bir futbol cüceliği daha yaptık, kaptırdık ve yedik. Daha da ayıbı tribündeki vahşetimiz; sempatimizi de, sıcaklığımızı da aldı götürdü. Şimdi soruyorum: Dün gece biz ne kazandık?