Mekânsız adamın camekânsız odası

A -
A +

Birçok mail alıyorum. Bir çoğuna da tek cevabım var. Ben tarafsız değilim ve olmak zorunda da değilim. Cevap vermeye değer bulduğum İmaretçioğlu firmasından gelen bir mesajı ve onun gibi düşünen ve soran yüzlerce masajı cevaplamak için yazıyorum. Çünkü ciddiye alınmaya değer buldum. Yıllar öncesinde Türk edebiyatına demir atan bir gazete atışması vardı. Gençliklerinde fikirdaş olan ve yola beraber çıkan iki ustadan, Nazım Hikmet ve Vâlâ Nurettin iki ayrı gazetede atışıyorlardı. Nazım Hikmet Ran yazılarını hapisten gönderiyor ve takma bir isimle yayınlatıyordu. Ama o köşeyi Türkçe ustasının yazdığını herkes biliyordu. Vâlâ Nurettin de diğer gazetenin yöneticisi ve başyazarı idi ve Va-Nû koduyla cevap yazıyor, atışmayı sürdürüyordu. Bir gün Va-Nû'nun köşesi boş çıktı ve iki sütun boşluğun ortasında tek cümle vardı: "Nazım Hikmet sen bir hiçsin." Ertesi gün Nazım'ın gazetesinde merakla beklenen köşe aynı şekilde boş çıktı ve ortasında bir tek cümle vardı: "Va-Nû sen bir hiç bile değilsin." Ne kadar seviyeli ve içi dolu bir atışma. Bu atışmayı son haftanın pankart çatışmasına da monte edebilirsiniz, Hagi'nin yönetimiyle kavgasına da. Hagi'yi, mesela bir Metin Oktay gibi efsane yapmaya kalktık. Sürekli yönetimiyle polemiğe giren sıradan bir Rumen hoca modelini, her hafta mevcut sorunlara nur topu gibi yenilerini ekleyen bir hocayı, Fatih Terim'in mertebesine yükselttik. Oysa o, dünyanın sayılı futbolcularından biri, sıradan bir adam ve sıradan bile olamayan bir hocaydı. Neredeyse, hani şu oğlu geçenlerde huzur evinde ölen G.Saray'ın kurucusu, renklerinin bulucusu, gerçek efsane Ali Sami Yen'in yerine koyacaktık. Neyse ki kendisi takılan apoletleri reddetti de takımını kurtarıyor. Bu düzeyde bir takımı "sevk ve idare etmek" yeteneği onda yok. Topa vurmasını öğretebilir, olağanüstü yeteneğini aktarabilir ama ezberlediği belli kalıbın dışına çıkamaz. Oyuncu değiştirmeyi, kimin yerine kimi oynatacağını maç öncesinde kafasına koyar ve olağanüstü durumlar hariç bu kalıbın dışına çıkamaz. Olağanüstü şartlarda da oluşan durumlar gerekeni yapar, kendisi değil... O, en fazla bir Lucescu olabilir. Conceiçao onun felsefesinde çok makbuldür. Çünkü garantici bulur onu ve G.Saray'ın ana özelliği olan hücuma çıkışı ve hücum presi yavaşlattığını göremez. Aslında görür de bunu değiştirmek doğasında yoktur. Lucescu negatif oyunun kralı Bülent Akın'ı milyonlarca dolara transfer eder, şimdiki Conceiçao gibi oynatır ve G.Saray'ın Denizlispor'a ödediği taksitler 2 yıldan fazla sürer. İşte yanlış buradaki ayrıntılarda gizlidir. Hagi de ayrıntıları ıskaladığı için mükemmeli yakalaması mümkün değildir. O bütün evrenselliğine rağmen dünyaya "camekânsız" bir odadan bakmaktadır. Kendi ısrarıyla kendini tecrit etmiştir. Büyük futbolculuğu ve efsane döneme damgasını vuruşunu, aslında onu bir silah gibi doldurmasını bilen ve doğru yerlerde ateşleyebilen bir hocanın elinde gerçekleştirmiştir. Fatih Terim'in sayesinde ve ona parayı "eşek yüküyle" veren bir kulübün elinde. O, söz konusu dönemde aldığının karşılığını vermiştir, asla fazlasını değil... Şimdi son kalan köprüleri de attı ve sığınabileceği son kaleden, en az 20 yıl ekmek yiyip baş köşede oturabileceği bir yuvadan dışlanıyor. G.Saray dönmesi imkansız bir yuvadır Hagi, eğer gidiyorsan... Senin saatlik esiriklerini "bîmekan" sorumsuzluğunda davranışlarını ve evrenselliğe kapalı "camekânsız odanı" taşıyamaz G.Saray. Sen, çok katkın olan 4 yıla dayanarak G.Saray'a çok şey verdin, doğrudur... Amaaa, G.Saray sana kariyerini tırmandırma fırsatını, son döneminde çuvalla parayı, hocalık döneminde en üst düzey takımı ve en önemlisi... G.Saray sana "şu anda yaşamakta olduğun hayatı" verdi Hagi... Üzüntüm, bir kaç hafta içinde oteline dönüp, G.Saray için maalesef bir "ayrıntı" olarak tarihteki yerini almanadır. Punk art!. Pankart diyalogu kızdırma boyutlarından öteye, önümüzdeki haftalarda tırmanacak gibi. Mesela Ziya Doğan'ı, "döve döve" yenebilmişlerdi. Rıza Çalımbay'ı skandal bir maçla ve tarihi bir drama içinde geçemediler. Şimdi sıra geldi Samet'e. O da Beşiktaşlı ve yeni pankartlara yeni malzemeler oluşturabilir. Pankart demek, pan yaparak, yani yatay olduğu için yanlamasına göz gezdirilerek okunan uzun afiş demek. Punk art demek, bir kaç serseri ve başı bozuğun artistik sunuşu demek. Okuması aynı da, anlaması farklı... POST-IT Lütfen Cüneyt Çakır, Cem Deda ve Bülent Demirlek diye yola çıktık tarih oldular. Genç hakemleri arenaya atıp, nokta hedef tayin edilen maçlarda tetiği çektirdik. Ama sonuncusu onu da beceremedi. Demek ki, bir maçın istediğimiz gibi bitmesi için "tecrübe" çok önemli. Bundan sonra ona göre hakem ata. (Sabri Çelik) Neyi kutlamak!. G.Saray'ın kötü giden çizgisinde Beşiktaş 100. yıl kutlaması denilen nostalji maçını biraz canlandırarak ezeli rakibine büyük iyilik yaptı. Çünkü karıştırılan bir şey vardı. "100 YILI KUTLAMAK İLE 100. YILI KUTLAMAK" İkisi çok ayrı şeyler. 100 yıl içindeki başarılar ile 100. yılın "sınırlı sorunlu" taşeron başarılarını kutlamak farklı şeylerdir. Bizdekiler taraftar değil Hani hep seyircimizle övünürüz, yabancılar gelince buraları "cehennem" ilân ederiz, kendi içimizde "orasını mezar tayin etmek" ve "çıkışı olmayan stadlar" duyuran teranelerle abanıp dururuz misafire. Döveriz, dövüşürüz... Aslında dört takımın, "gerçek taraftar" tanımına uyabilen taraftar sayısının 300 - 500 kadar olduğuna inanıyorum. Diğerleri maça gelenlerdir. Ya da sağda solda, kahvelerde konuşanlardır. Newcastle, dramatik bir Sporting maçı kaybeder, 48 saat sonra döner gelir ve içeride 50 bin kişiye maç oynar. Manchester United'a yenilir ve alkışlanır. Manchester City, 47 bin ortalamayla küme düşer ve formalite maçı olan son maçında ful çeken stadda düşer. İkinci Lig'de 52 bin ortalama, 45 bin sezonluk kombineyle tekrar çıkar. Barcelona ve Real 80 bin üzerinde bileti sezon başlamadan satar, kasasına koyar, oyuncu alır ve hesabını denk getirir. Bizde Akçaabat - G.Saray maçı hamam sükûnetinde oynanır. Gelenler de biraz Trabzonlu, biraz Fenerli'dir. Demek ki gerçek Akçaabat taraftarı 50 - 60 kişiymiş. G.Saray'da ise taraftar gelmez. Gelen de kapıda söver. Benim anladığım gerçek taraftar 300 - 500 kişi demek ki. F.Bahçe bile pota dışındayken ligi 3 bin 500 kişiyle tamamlamadı mı o koca stadda? Üstelik bu dörtlü, yani dört adet "tribünleri en kalabalık takım", ülkenin "en" takımları. Yani onlar "büyük." Bizim yazdıklarımız, anlattıklarımız da koca ülkenin 15 - 20 bin kişisi. Diğer çığırtkanların, stad önlerinde höykürenlerin zaten bizlerden haberi bile yok... Çünkü büyük ihtimalle "okuma ve yazmaları" yok... Rıza efendinin hesabı Rıza efendidir. Beyefendidir. Babası kapıcıdır, müteahhit değil. Eğitimi yarım kalmıştır zorunlu olarak. Ama o büyük futbolcu olabilmiştir, tırnaklarıyla kazıyarak. Pazar gecesi de büyük hoca olmuştur, çok çalışarak. Topçusu olduğu hocasını, taktik ve motivasyon olarak darmadağın etmiş, aslanlar gibi yenmeyi başarmıştır. Ona, "Rıza efendi, iki ekmek bir süt" diyerek Aziz Yıldırım'ın şikayet ettiği küfürlerden daha beter bir saygısızlık yapılmıştır ve bunlar maç sonundaki alkışlarla kamufle edilmiştir. Rakibine saygı duymazsan, rakibin seni yener. Rıza da onu yaptı ama hesabını "az bi şey" şaşırdı. Ondan, "Rıza efendi, 2 ekmek 1 süt" istediler. O ise... "2 ekmek, 2 süt" getirdi. Sipariş üç parçaydı, Rıza efendi dört parça alış veriş yaptı. S-ÖZ Bir yuvarlak, 3 avanak, 22 çıplak, 30-40 bin manyak. İşte futbol... (Anonim) Müthiş derbide üç kaleciden ikisi çuvalla gol yedi. Bir tek kaleci vardı, penaltı dışında gol yemedi. O da bir golcüydü!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.