Nerede karar, orada zarar!..

A -
A +

Sondan başa doğru gidersek, belliydi ki; Türkiye Futbol Federasyonu geçen hafta "bir karar vermemeye karar vermişti." Sonra da biri kuyuya bir taş attı Play-Off namında, şimdi ne kadar akıllı varsa çıkarmaya çalışıyoruz. Ondan az önce "hafta içi kararımızı duyuracağız" demişlerdi; biz de bekliyorduk ki bir karar açıklanacak. Bir de baktık ki; açıklama "hiçbir kararımız yoktur" şeklinde... Tarihin hiçbir döneminde adli makamlar bu kadar güzel bir fırsat vermemişti, kanaatinin bile yeterli olacağı bir federasyonun önüne. Oysa biz, boşa harcadık 45 gündür "boşanma avukatları" ile "arsa uyuşmazlığı" davalarında uzman avukatların spor hukukuna bakışları arasında bu süreyi. Uzman spor hukuku avukatlarından dinledik, adliye avukatlarının hiç bilmedikleri ve görmezden gelmeye çalışıp gözden kaçırmaya uğraştıkları "spor hukuku" kavramını. Biraz daha geri gidersek "vahim" sözcüğü ile "yoktur bir şey canım" arasında gidip geldik bir süre... Aralarda "temizlenelim" diyenlere "böyle kalalım" diyenlerden daha sert tepkiler gösteren ve anında sert cevaplar verebilen bir Federasyon Başkanı ile onun iplerini elinde tuttuğu açıkça belli olan kulüp başkanlarının vakfı; yani "Kulüpler Birliği"nin gücünü sınadığını gördük. Bir Vakıf olmasına rağmen Tahkim'in üstünde, Yargıtay'ın hemen yanında gibi karar oluşturabilen "kulüplerin asla bir birlik olmayan ortaklığı" kavramını küçümsedik. Ya da fazla önemsedik!.. Şenol Güneş gibi bir insana, bir hocaya, hepsinden önemlisi herkesten fazla "adama" kulak vermedik, ceza verdik... Bilbao kentine bir başarı dileği telgrafı çekmekten aciz federasyonun sancılı çıkışlarını izledik. Beyni beyaz peynir kıvamında olanlar tarafından "cacık beyinli" edilmemiz denendi. Hangi takımı tutuyorsa tutsun siniri gerildi herkesin ve herkes kendi fikrini en geçerli fikir gibi göstermeyi denedi. Kalp kırmayı bırakın, kafa kırmayı bile göze alanlar oldu. Sınandı sabrımız 45 gündür... The best or nothIng... (en iyi ya da hiç) Türkçesini herkes denedi ama kimsenin anlamaya niyeti olmadığından bir de böylesini yazayım dedim. Ayaküstü kameraya, ya da bir masanın etrafında dizilerek ancak bu kadar yapılabilirdi "karar veriyormuş gibi yapmak..." Sonunda karara benzer bir şey çıktı ortaya... Play-Off... Ama Play-Ooooff off daha doğru... Hatta bize has şekliyle "pileyof" diye analım. Bu karar gibi görünen karara da yayıncı kuruluş kendini düşünerek, Kulüpler Birliği de maddi çıkarlarını gözeterek balıklama atladılar. Yani yine Federasyonun kararı değil, ona dayatılan ve dikte edilen bir karardı bu. Haftada 9 maçtan 34 hafta eder 306 maç... Kesmedi... 6-10 arası da şu uydurulan pileyof, yayıncı kuruluşun oluşan şu "kirlilig"den dolayı kaybını karşılamak için ve dekoder iadelerini tolore etmek için al sana 8-10 bonus maç. Üstelik ilk dörtten... Büyük ihtimalle ligi 9 büyük maçla geçen yayıncı kuruluşa 8-10 büyük maç daha. Çoğu da derbi mutlaka... Hedef alıp yarışmaya kalktığımız İtalya, İspanya, İngiltere, Fransa ve Almanya'da olmayan bir sistem. Ligimize güvenmediğimizi kanıtlayan bir sistem. "Kazancımız eksileceğine kirli kalalım" tercihi... Pileyof akla ziyandır... Elimde, havadan konuşmamak için bir araştırma ve bilgiler var. Bu "proce" için itiraz eden Galatasaray Yönetimi'nde yok mu dersiniz? Adnan Öztürk sırf itiraz etmiş olmak için mi itiraz etti, yoksa onun bu bilgilere ulaşması çok mu zordu? Bunu Belçika yaptı çünkü sezonu 30 haftada tıkanmıştı. 6 takımla 6 maç olarak yaptı pileyofunu. Yanlışı gördü ve 2005-2006'da döndü. Sadece UEFA Ligi'ne gidecek 4. takımı belirlemek için oynuyor artık. Yunanistan'da ise federasyonun önerdiğine, bizdekinin tam tersine, kulüpler karşı çıktı ve değiştirdiler. Hollanda yine 2005-06 sezonunda başladı. 3 sezon kullandı. Değiştirdi ve tek play-off'u Avrupa'ya gidecek son takım için oynuyor artık. Tam 30 Avrupa ligi var ve UEFA bunu ligine güvenmemek olarak algılıyor. Çünkü İngiltere gibi en elit sistemde bile FA (Federation Association) temsilde %20, kulüpler ise %80 orana sahip. Amaaa... Girebilen, ya da girmesi uygun bulunan 20 kulüp seçiliyor, sonra bunlardan ancak 14'üne oy hakkı veriliyor. Hem ilk 12'ye gireceksin, hem de en az kart veya en fair-play gibi bir özelliğin olacak. İşte o zaman Fulham gibi bir takım, kaçıncı olursa olsun bu niteliği elde edebildiği için şu an Avrupa'da da oynuyor. Sıkıyı istemez bizim kulüpler, sadece para isterler, onuru bile bir kenara bırakmacasına... Açın sorun, Galatasaray'ın itirazı buna dayanıyor... 'Güneş'?balçıkla sıvanmaz Rahatlarını bozan kim? Galatasaray'ın yukarıdaki araştırmaya dayanan bir itirazı ve Şenol Güneş gibi bir "dürüstlük timsali"nin karşı duruşu... Kimler istiyor?.. İçeride olanlar ya da ifade verenler, yani adı karışanlar. Fenerbahçe, Beşiktaş, Eskişehirspor, İstanbul Belediye, Sivasspor ve daha dün 6 futbolcusu emniyete çağırılan Gençlerbirliği başkanları. Kimler istemiyor?.. Galatasaray ve Trabzonspor... Üstelik Trabzonspor'un yönetimi ve hatta hocası "ya düşür ya da hakkımı ver" dediği için ceza alıyor. İçeriden savcı yargılamak serbest, dışarıdan dikkat çekip temizlenelim demek ise abes!.. Üstüne bir de gündem değiştiren, mağdurları kurtarmak, "zarara avanta sağlayan karar" almak için olağanüstü bir çabukluk ve çaba... Lige yeni bir ceket giydireceksiniz. Model, şablon ve şekil değiştireceksiniz. Bambaşka bir lig oynayacaksınız. Bunun planlamasını da hayatında top oynamamış, sadece ticaret yapmış birileri önerecek ve TFF balıklama atlayacak. Neden?.. Çünkü futbolumuzun en tepesinde bir voleybol şube başkanı ki; korumaya çalıştığı takımın başkanlığına çeyrek kala TFF'yi kucağında bulmuş ve bir basketbolcu genel sekreter ile yönetmeyi deniyor futbolu... İnsanlıklarına lafım yok ama futbol uzmanlıklarına diyeceğim çok... Yok mu aklı başında ve eğitimli futboldan gelme bir akil adam? Recep Adanır mesela hiç ister mi Voleybol Federasyonu Başkanı olsun. Teklif etseniz güler "baba..." Oysa voleybol şubesi sponsoru balıklama atlar bu işe... Toplarsın bir komisyon. İçinde aktif ve bırakmış güvenilir futbolcu olur, hakem olur, kulüpler birliği temsilcisi olur, yazılı ve görsel medyadan bilgili birileri olur. Yani "akil adamlar" bir arada birkaç gün tartışır, bir rapor hazırlar ve sen de sporsever onayına sunarsın, kabulü halinde de kimsenin diyeceği bir sözü olmaz. Ama bir iftar yemeğinde ve "taa en başından beri olduğu gibi yine ayaküstü" bir karar ortaya atılacak ve bunu şaşkınlıktan hemen kabul edilebilir duruma getireceksin sen. Bize Belçika ve Yunanistan modelini dayatacaksın... Bari sahura kadar düşünseydiniz! Çorabı başına, şapkayı ayağına... Ligin üstü başıyla oynamak, kalıbını değiştirmek bu kadar kolay mı olmalıydı?.. Türk futbolunu PARA mı, AHLAK mı yönetecek?.. 5 yıl Avrupa'ya hiçbir kategoride kendi isteğiyle katılmayan ve cezası bittiğinde de kendi isteğiyle bir yıl daha katılmayan İngiltere değil mi dünyanın en çok izlenen, en kaliteli ligi ve de yayın hakları en pahalı olan ligi?.. Milan değil mi ceza aldığında ülke zarar görür dediklerinde hemen o sezonun sonunda Avrupa şampiyonu olan?.. Dünya Kupası gol kralı olmadı mı bahis ve şikeden men cezası alıp da sonunda dönen Paolo Rossi?. Niye TFF Konya'ya UEFA iki yıl transfer yasağı getirdiğinde diyemedi ki "ama ben Türkiye'deki mahkemeyi bekleyeceğim..." Yunanistan değil mi bu beladan ağzı yandığı için "pileyof" sistemine sarılan ve o sistemle Avrupa'nın dışına 15 gün önce atılan? Buradan şu sonuca varamaz mıyız, "kötü niyeti önleyebilecek bir pileyof sistemi yoktur?" Paranın bozamayacağı delikanlı da... Bizim "şeffaf, açık ve yasalarla yönetilen ama aslında bulanık, kapalı ve elindeki yasaların farkında olmayan" federasyonumuzun başkanı değil mi "kim itti beni arkamdan" diye aranıp duran?. Şimdi de "bu taşı kim attı bu kuyuya" diye aranmaya başlarsa şaşırmalı mıyım?.. Rehberleri; havuza para veren ve o parayı yanlış kullananlar mıdır?.. Yoksa Faik Işık mı?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.