Her yönüyle kaybetmişti G.Saray. Defansının göbeğiyle, ön liberolarıyla ve gole aday oyuncularıyla kaybettiği belliydi. Sorun ne kadar ve ne zaman kaybedeceğiydi... İki takım da iki ön libero, tek forvet dizilişinde göründü. Ancak F.Bahçe'nin ön liberoları daha ön libero olduğu için ve forvet arkaları en uçta oynadığı için, oyunu kontra oyuna çevirdi G.Saray. Ama bu özellikte oyuncuları olmadığı için oyun kendi kalesine yıkıldı ve iki de gol geldi. 2-0 geri düşünce oyunu baskıya çevirdi G.Saray. Bu kez de bu modele uygun bir kadro profili olmadığı için G.Saray'ın derdi büyük oldu. 6 Kasım'ın 6 golü, 3 Aralık'ın 3 golüne mi tekabül eder diye bir soru asılı duruyordu Kadıköy'de. Kezman, iki rakip defansa dayak atıyor, Arda bileğine darbeler alıyor, Selçuk Dereli oralı bile olmayıp, avantajın tehlike oluşturacağını görünce zamanı geri sarıp, avantaja sahip takım lehine faul veriyor ve avantajlı takıma bir de sarı çıkartıyor. Bu mu FIFA kokulu hakemimiz?.. İkinci yarıda oyunu baskıya çeviren G.Saray, ruhu ve karakteriyle isyan etti skora. Teknik gücü sınırlı olduğu için, fizik gücünü kullanarak maçı çevirmeye çalıştı. Öperek kazamayacağı maçı, ısırarak kazanmak istedi. İkinci yarı ezdi ama, kör nişancıları fazla olduğu için, yarım bulup iki atan Fener'e, dört bulup bir atabildi. Maçta şişe de vardı, küfür de. Meşale de vardı, sakıncalı pankart da. Futbol Federasyonu'na "istifa" diyerek feryat figan olan F.Bahçe, dua etsin de bu federasyon ve bu MHK istifa etmesin. Bütün taktir haklarını 50 bin kişi lehine kullanan, kartlarını da eşit dağıtmayan ve avantaj yorumuyla bir takımı budayan "Selçuk Dereli, nereli" olduğunu belirtti bana göre. Yine de derbiler tarihime kalitesiz ama unutulmaz bir derbi eklediğimi söyleyebilirim.