Maalesef futbolun içine bilimselliği sokmaya çalışırken, bilimsel metodlardan dem vurmaya çalışırken, en zarif tarafımızı, mevcut en kaba güruh olan, "fanatik seyirciye lütfen" yaklaşımını seçerek gerçekleştirmeye başladık. Kampanyanın daha ilk gününde tekme - tokat maç kavgası ve dövülen İHA muhabiri de olaya ayrı bir renk kattı. Gerçi kattığı renk "kahverengi" oldu ama, ossun bee.. En bilimsel hocamız Ersun Yanal, Hakan'ı yardım maçında bile düşünmemek zarafetini sergileyerek, bilgisayar başında geçirdiği yılları, bilim ve kültüre olan inancını şubat karında bir "gala" maçına taşımayı başardı. Dünya Kupası'ndan elenmemize "5 gala" yani.. Öte yandan, Daum başlayan söylentileri ve başlaması muhtemel söylentileri hiç hesaba katmadan Anelka'yı kenara getirip, Tuncay'ı işaret etmez mi?.. Koskoca hafta "Anelka kimi kesecek?" sorusuna çerez yapılmış, Daum da Samsun'da hedefi gösteriveriyor. Oysa bütün dünya bu işi daha "bilimsel psikoloji" yöntemleriyle hallediyor ve herkes aynı şeyi yapıyor. Alternatifle yeniyi bir kaç dakika yan yana kullanıyor, ardından maçın "final modeline" dönüyor. Yani sok Anelka'yı, al birini, sonra Tuncay'ı başkasıyla değiştir ve milletin gözüne sokma harcamak istediğin adamı. Bu işleri bütün dünya gibi yap.. Ama sen de biliyorsun ki, Türkiye'de futbol işleri "paldır - kültür" yapılıyor. Oysa senin Anelka'ndan kurtulmak isteyen tüm kulüpler Tuncay'ı satın almaya dünden razı. Oysa sen Hooijdonk'tan sonra Tuncay'ı da yemeye karar verdiğini ortaya sergiledin. Senin "cümle alem görsün diye" esirgemediğin operasyonu, sporun cümle alemi de gördü.. Sen niye kızdın?.. Gördüler diye... Bir de üstüne kalktın, ortalığı gerdin. Yani ortalığı toz duman edeceksin ama benim azarlanmaktan gocunmayan spor medyam "ortalık günlük güneşlik" diye yazacak. Sen fırçala... Hooijdonk hakaret etsin... Ersun gerilsin ve küssün... Bıçakçı kızsın... Yıldırım vursun, kırsın... Uslu dövsün... Hagi sert yapsın, azarlasın ve gerilimi tırmandırsın... Futbolun "en kültürlü" kesimi hakemler yerle bir, "en okumuş" adamları olan yöneticiler bir birine girmiş, "en tecrübeli" adamları olan hocalar kuyulara kürekle saldırmış, "en eğitimli" adamları olan spor muhabirlerinde onur ve utanma kaldırılmış ve maalesef "Yarabbi şükür" durumuna gelmişler. Ha bire maç tekrarlanıyor. En başımızdaki Kültür Federasyonu Başkanı "başarılıyım" diyebiliyor. "Kaybettik" şeklinde hâyâl kurmayın diyerek "kazandığının" hâyâllerini kurmak aymazlığı içinde. Futbolu "paldır - kültür" bir duruma getirdiniz. Ortalık toz - duman. Futbol işleri "paldır - küldür" gidiyor. Pardon!.. "Paldır - kültür" gidemiyor.. Para geldi bip biiip... "Doğruyu bilmek sadece Allah'a mahsustur. Biz kulları ancak tahmin yürütebiliriz." İkinci yarının başlamasıyla birlikte uzatılan ara transferi ben "suni döllenme" olarak adlandırıyorum. Bütün takımlar eksiklerini tedavi etmek için bir yerlerden ellerine geçen parayı, "borç yiğidin kamçısıdır" anlayışıyla ortalığa saçtılar. En akıllı transferi Beşiktaş yaptı. Çünkü aldığını en iyi tanıyan, taraftara sempatik görünmek için veya "Sahada şık durur", ya da "Bize çok forma sattırır" düşüncesiyle hareket etmedi ve aldığının ne vereceğini en iyi bilen kulüp oldu. Anelka büyük, hatta çok büyük bir transfer. Ne yapıp edip, İstanbulspor maçına gidip çıplak gözle bir daha seyretmek isteyeceğim bir adam. Anelka transferi çok büyük bir adımdır ve Samsun'daki kaybın Anelka'yla hiç bir ilgisi ve bağlantısı yoktur. Ama önemli bir riski de beraberinde taşımaktadır.. Hakan Yakın benim futbol anlayışıma göre müthiş bir transfer. Patlayan ve vuran bir adam. Ancak sezon içinde devamlılığı olmadığını biliyoruz. Ribery de çok önemli bir hamle ve yatırım özellikleri de taşıyor. Şenol Güneş'in son anda kadroya kattığı önemli bir yama da yerinde bir transfer. Ama Koray'la kıyasladığımız zaman hepsinin yanında küçük de olsa bir soru işareti var ve "muhtemel uyum sorunu ile kaprisli kişilik riski" beraberinde satın alınmış transferler. Koray'da bunlar yok. Son idmanını bile eski hocasıyla, eski takımında yapıp, yeni takımında eski hocasıyla oynayacak. Üstelik top kapan ve doğru kullanan ön libero tanımlamasıyla meçhul hiç bir tarafı olmadan risk oranı sıfır diyebileceğimiz bir transferdir. Hani bir reklam var, "Para geldi bip biip" der adam yağmurda ve sonra elindeki parayı kaybedip kameraya salak salak bakarken, "sen en iyisi beni bırak ya" diye bitirir. Ben bu ara transfer telaşını ve "mümbit olmayan mallara taarruz" iştahını, mebzul miktarda "suni döllenme" gibi görüyorum. "Ya tutmazsa" hep var bir yanımda.. "Tüp bebek" gibi, biraz gelişince kime benzeyeceği hafiften meçhul bir sevinçli telaş.. Biraz da "sus payı" ve az "dostlar alış verişte görsün" durumu da yok değil hani.. POST-ITŞu futbol pisliğinin içinde herkes kendi kapısının önünü süpürse, hiç bir problem kalmaz. Ben son maçımda bu işi başlattım. (Oscar Cordoba) S-ÖZ Onu gördüğünde dünyanın dönüşü yavaşlamış gibi oluyorsa, ona aşıksın demektir. Hızlanıyorsa da aşıksındır. Ama dünya normal dönmeye devam ediyorsa, başkasını dene. Asıl felâket ise senin dünyanın dönüşü değişirken, onun dünyasının normal dönmeye devam etmesidir. (Ümit Aktan) Mmuhhteşşemm!.. Okay Karacan'dan söz ediyorum. NTV'de maç anlatıyor. Meslektaşım, üstelik arkadaşım. Zaman zaman bu sütunlarda, eleştirilerin koyu gri ve sevimsiz görüntüsüne pembelik bulaştırmaya çalışırım. Okay bizim mesleğin en parlak pembesini sergiliyor. Muhteşem maç anlatıyor Okay. Hem de bir kaç "m" ve bir kaç "ş" ile muhteşem. Doğru Türkçe, yerinde bilgiyle donatılmış, aksiyonu yalandan kabartmadan ve maçı asla abartmadan, güçlü önsezilerini yerinde kullanarak anlatıyor. Yani maç anlatıyor.. Tamam, belki maçları da kaliteli yayın yapan bir TV'den geliyor ve oynanan futbol iyi ve çok süratli. Ama Okay "sıfır sıfır"ı bile iyi anlatanlardan.. Biz ne "gol yağmuru" maçlarından sonra sağa sola telefon edip golleri kimin attığını toparladık, hatırlar mısınız?.. "Mmmuhhteşşşemmmssinnn Okay!.." Bomba!.. Bana göre bu pozisyon "kesinlikle" ofsayt "gibi" görünüyor. (Bülent Yavuz; 6 Şubat 2005, TRT) Türk olmanın bedeli!.. İki Türk hoca.. İkisi de birbirinden hoca.. İkisi de küçük takımları büyüte büyüte bugüne gelmişler. Ayaz gecelerin şubat 6'ya düşen en ayazında muazzam bir maç oynadılar. Dişe diş, kıran kırana, göğüs göğüse, aslanlar gibi, final benzeri bir maç... Hatta o kadar muhteşem bir maç oldu ki, Beşiktaş "tekrar" oynansın istedi. Bunu G.Birliği'nin de istemesi lâzım, maça gelenlerin de. Gelemeyenlerin de tekrarına koşması lâzım. Maçı Radyo D'de anlatırken, aylardır ilk defa müthiş bir keyif aldım. Son yıllarda anlattığım en mükemmel maçtı. Ben de kendi adıma "tekrar" oynanmasını istiyorum. O oyuncuları böylesine arkadan itebilen, inandırabilen ve savaştırabilen iki Türk hocanın "tekrar" oynadıktan sonra ellerini sıkmak isterim. Hatta sırtıma alıp tur attırmak isterim. Bana göre.. "Türk hoca" olmanın bedelini fazlasıyla ödediler ve ödemeye devam ediyorlar. Hakem ve pozisyon tartışılan programları kontrol edemezseniz, hakemleri de kontrol edemezsiniz. Hak vermek ile hakkını vermek meselesi yani...