Bütün dünyanın dikkatini çekmeyi başarmıştık ne güzel. İlginç olmanın ötesinde saygı duyuluyordu bize. 5 gün sonra bu işlerin başındaki adamı talihsiz bir şekilde kaybettik ve dünyanın ilgisi ile Avrupa'nın duyarlı bakışları üstümüze çevrildi. Avrupa şampiyonu hocayı İstanbul'a indirdik, adalardan oyuncu aldık, La Liga'nın gol kralına imza attırdık. Gözler üstümüzdeydi... Derken... Tam "Avrupa'ya entegre olduk" derken...Ülkenin dört büyük ve ünlü takımından birinin iki kaptanı Avusturya'nın göbeğine Kırkpınar kurdu. Türkiye'deki futbol olaylarına daha bir zaman ve sütun ayıran önde gelen gazete ve televizyonlar birdenbire, "parmak arası tokyo giymek" konusunda birbirine giren iki "milli kaptanı" konuşur oldu. Kan, ter ve gözyaşı ile harcını döktüğümüz muhteşem EURO2008 binasını, başparmak ile yanındakinin arasına bağlantı yeri nedeniyle üstü açık bırakılmış bir plastik terlik yüzünden yerle bir ettik. Bir çuval inciri berbat ettik... Zaten bu olayın üç-beş gün öncesinde medyamızda yer tutan "terliğin parmak arasına gireni ile delikanlılık bağlantıları" üzerine makaleler düzülmüştü. Konu gündemde iken gazetelerin başka taraflarını okudukları şüphe götürür iki "orta yaş milli kaptan"ı Avusturya'nın bir otelinin restoranı önüne minder kurup peşreve başlamazlar mı?.. İki seans süren ve tekmili birden tüm ayrıntılarıyla verilen "delikanlıların meydan kavgası", delikanlıyı olduğundan daha fazla bizi bozdu. Oysa; o sıralarda dünya bizi izliyordu ve ligimizin kalitesi ile pazar gücü Belçika, Yunan, İsviçre'yi bırakın Hollanda'yı bile geçmişti. Bizi izlemeye, haberlerimizi alıp yayınlamaya başlamışlardı. Endüstriyel futbola entegre olmuştuk tam da. Bunu duyan Aragones ve Güiza, Kewell ve Skibbe, hatta tüm Beşiktaş'ın yeni transferleri "biz nereye düştük böyle" diye söylenmeye bile başlamışlardır belki de... Abartıyorum ama iki kaptanın "Cage Rage" boksu pek öyle küçümsenecek gibi de değil... Türk futboluna verdiği zarar çok daha fazladır bir takıma verdiği zarardan. Ayrıca "herkesin tenceresi kapalı kaynar, et mi, dert mi, anlaşılmaz..." diye bir ata sözümüz olduğunu da hatırlatırım. Ertuğrul Sağlam'ın susması kadar Sinan Engin'in konuşması da bir temele oturmuyordu zaten. Engin, konuştukça batıyor, üzerinde düşünülmüş bir söylemi değil, aklına ilk geleni defalarca tekrarlayarak bağlanıyordu Lig TV'ye. Sağlam ise bu köşede yayınlanan bir sözü, üzerinden bir hafta bile geçmeden alıp manşete taşıyordu. Hani şu "ben söyleyene bakarım" diye biten sözü... Demek ki neymiş?.. Parmak arası giymek, badece delikanlıları değil, tüm ülkenin delikanlılarını bozarmış... Ülkece delikanlıyız ya!.. >> Olimpiyat umutları... 1990'dan bu yana milli mayolu, üst üste 4 olimpiyat varlığı, FILA'ya göre tam üç kez "teknik güreşçisi" seçilen Şeref Eroğlu... Gözünü hırs bürümüş. 19 yıllık mayoyu Pekin Olimpiyat madalyası kazanmadan bırakmayacağını söylüyor. Kolay değil.., 1 Olimpiyat ikinciliği, 1 Dünya, 6 Avrupa, 3 Dünya Kupası şampiyonluğu olan bir sporcuya inanırım ben. Onun yeşerttiği madalya umudumuzu Eşref Apak'ın 78,50'lik barajı geçememesi solduruyor. Daha doğrusu geçememek endişesi... Bronzlu çekiççimiz geç kalıyor galiba. Mehmet Terzi atletizm madalyaları için Pekin'i miat olarak ilan ederken, Olimpiyat vizesi almış 15 sporcuya üç vizeli daha ekleyip sayıyı 18'e çıkarmaya çalışıyor. Milli tekvandocu Servet Tazegül de çok ciddi hazırlanıyor. 4 yılın emeği var ortada. Az kaldı ama Mehmet Atalay önderliğindeki ekip, orada birkaç kez marş dinletecek bize galiba. Avrupa'nın futbolundan sonra dünyanın sporuna da entegre olacağız inşallah.. >> Eldeki kuş daldaki kuştan evladır Yeni katılanları bırakın, elinde olup da kullanamadığı değerleri takıma katacak olanlar yeni transfer yapmıştan beter kazanç sağlıyorlar. G.Saray'ın bahçesinde duran ve hiç koklayamadığı Linderoth, Uğur Uçar, Aydın Yılmaz, Hasan Şaş ciddi "transferler" sayılmaz mı?.. Beşiktaş'ın Aydın Karabulut, Can Erdem ve Batuhan gibi değerleri "bedava transfer" sayılmaz mı?.. Bu konuya F.Bahçe'den Gürhan'ı da ekleyebiliriz. Ersun Yanal da gizliden birkaç isim hazırlıyordur mutlaka. Eldeki kuş meselesi yani... >> Sporun siyaseti... Abdurrahman Arıcı ile İlhami Kaplan'ın kazanı fokurdatıp dışarı atlamalarının üstünden daha birkaç dolunay geçmedi ama, başsız federasyon yeni bir lige biraz sıkıntılı girecek galiba. Bu iki isim de siyasi yakınlık nedeniyle şimdi Süper Lig Gözlemci kadrosunda yer salıyor. Hafiften "Ulusoycu" bilinen Lale Orta ile Sadık Deda 2. Lig gözlemciliğine düşürülüyor. Serdar Çakır ise tamamen "imha" ediliyor. Benim anlamadığım; bir gözlemci yanında olduğu siyasi görüşe göre mi, daha iyi gözlemler. Yoksa birini çok sevdiği için, artık iyi gözlemleyemez mi?.. >> İpraam çavuş!.. Takımın çavuşu Üzülmezlerin İpraam'ı, onbaşı Toramanların İpraam'ı ile kavga etti. Takım, zaten uyumsuzluktan müebbede mahkum Akınların İpraam'ını çoktan göndermişti. Kaşgillerin İpraam'ı da Endülüs'e sefer düzenledi zaten. Yani... Kaş'ı, gözü, Deli'si akıllısı derken Beşiktaş'ın elinde hiç "İpraam"ı kalmadı. Oh be... Şimdi ne kolay anlatılır Beşiktaş maçları... >> Takas-makas!.. Aurelio kavgası sürecek anlaşılan. Ancak hiçbir İspanyol takımından teklif almadığını kendi itiraf eden Güiza ile, bir İspanyol takımından teklif aldığı kanıtlanan Aurelio arasındaki denkleme de dikkatinizi çekerim. Ayrıca; acaba Aurelio'yu pazarlayan Fenerbahçe mi, yoksa Milli Ttakım mı sorusuna da cevap isterim. >> S-ÖZ "Kendi halinde kalırsan bir damlasın, ama bütününe katılırsan bir derya olursun..." (Hz.Mevlana) >> POST-İT Alex demiş ki, "Aragones delikanlı gibi bizden fazla koşuyor..." Diğerlerini bilemem ama Alex'den fazla koştuğuna eminim. Ancaaak... Alex işi iddiaya bindirir ve hocasından fazla koşmaya kafayı takarsa F.Bahçe'yi de kimse tutamaz, ona göre... Olimpiyat konusunda "Pekin'e doğru" belgesel tadını bize sunduğu, Basketbolun Olimpiyat elemelerini naklen yayınladığı için NTV Spor'a şükran borçluyum...