Performans düştü haaliğden!..

A -
A +
Hakemlerin performansının düştüğünü yorumlamak için hakem belalısı Pascal Nouma'nın kırık Türkçesiyle bir reklâmda kullandığı ifadeden yola çıktım. Aslında performanslarının düştüğünü söylemek için düşmeden önce düşmemiş olduğunu kabul etmek gerekiyor. Korkuyorlar. Kadıköy'den korkuyorlar. Anlayışlı davranırmış gibi yaparken neredeyse dayak yiyecekler. Bilinen o ki; herkes eşit ama birileri daha eşit. Böyle diyor Pascal... Eyyamcı olmadıklarını düşünmek istediğim, gelecek için umutlandığım ve Bünyamin Gezer ile Cüneyt Çakır kategorilerine yerleştirmek istediğim iki isim daha vardı. Suat Arslanboğa ve Tolga Özkalfa... İkisi de birkaç gün arayla Emre'nin travmasına esir düştü. Neredeyse dayak yiyecek hale geldiler. İkisi de atamadı. Tolga'nın kırmızısını önüme koyarsanız, abartılı bir şekilde "konuştuğu için" işareti yapması nedeniyle onu "kötü sözden" attığını vurguladığı görüntüleri önünüze koyarım. Bu kardeşimizin son haftalarda gösterdiği performans, takımı için verdiği mücadele bana zevk veriyordu. Bende hatırı da vardır. Dortmund dönüşü Avrupa kupasında 16 yaşındayken oynamış bir futbolcu olduğunun gecesinin sabahına karşı omzumda ağlamışlığı vardır. Sonra neredeyse oynadığı ülkeden sınır dışı edilecek noktaya geldi. Üstelik bir oyuncunun kişisel şikâyetinde "ırkçı" sözlerle hakaret ettiğini söyleyen bir rakibinin ifadesi ile Newcastle'dan değil, İngiltere'den ihraç edilecek noktaya gelmişti. Savunmasında da Obafemi Martins ile arkadaş olduğunu söyleyerek kendini avunmuştu. Hakaret nedeniyle oynadığı ülkeden ihraç edilmesi gündeme gelen bu çocuk aynı tavrı, bir Güney Amerikalı oyuncuya "senin kafanı keserim" işareti kanıtlanmasına rağmen oyundan bile ihraç edilmeyerek geçiştirmişti. Sonra da rakibine eklediği hakemleri de itip kakmaya başladı. Bu da bana, Suat ve Tolga hocalarımızın maçı idare etmek yerine durumu idare etmeyi seçtiklerini kanıtlıyor... Onlar da zengin ve emperyal takımların kibrine boyun eğenlerin arasına katıldılar. Eski Türk filmlerinin siyahlı beyazlı döneminde sizli bizli konuşan aşıkların anlatıldığı dönemin namus anlayışında kaldı hakemin namusu. Ve tabii dürüstlüğü ve tarafsızlığı... Bazılarının hasat zamanı gelmiş gibi düvende kafası koparıldı bir buğday başağı gibi... Bazıları ise Neron gibi yaktılar Roma'yı ve ertesinde önlerine yeni bir yakacak kasaba konuldu... Yenik düştüler züppelere... İlke bırakmadılar kendilerinde... Kül oldular... Yanmışlığının acısını bağrında sakladığı bir kor parçasından çıkaran küle çevirip bitirdiler hakemliği... Daha ağır konuşmamak için ve Nouma'nın "geleneksel" hareketine ulaşmamak için burada kesiyorum. POST-İT Bolton-Liverpool maçında bir kare gördüm. Fernando Torres ile takım arkadaşı Kyrgiakos bir karede bir araya geldiler. İkisi de kalecilerin korkulu rüyası... Biri attığı gollerle... Diğeri görüntüsüyle... Yahu, Kyrgiakos kardeş, Liverpool'da erkek kuaförü var, benim bildiğim... Bi zahmet... Maçların tüm dünyada yayınlanıyor da... Futbol kültürü Manchester United ile Arsenal sahaya çıkıyor. Önde Ryan Giggs ve Robbie Van Persie var. Ellerinden tuttukları iki çocuğu ortaya getirip hakemlere takdim ediyorlar. Sonra büyük bir ciddiyet ve saygıyla "bayrak teatisi" yapmalarını izliyorlar. Hakemler çocukların elini sıkarken, sanki kent düşesinin elini sıkıyormuşçasına ciddiler. Kimse "bu çocuklar burada ne arıyor" havasında değil. Tam tersine kendileri o çocuklar için oradaymış gibi önemsiyorlar o çocukları, o çocukların hayatlarında unutamayacakları bir anı onlara yaşatırken. Dün; Kayseri'ye 10 çocuk götürüldü. Islah edilen 10 çocuk Fatih Terim'in davetiyle Milli Takım'ın kampında oyuncularla tanıştı ve maçı izleyecekler. Bu; 2010 Dünya Kupası'ndan daha fazla, geleceğimizdir... Kupaya katılmamız bizi ancak böbürlendirir, televizyon ve gazeteleri kurtarır, dedikodumuz olur bolca. Bir yaz daha kurtarırız... Ama bu çocuklar sayesinde bir ömür kurtarırız. S-ÖZ Rüzgâr hep gemilerin istemediği yönde esermiş. Gemiyi rüzgâra değil, rüzgârı gemiye uydurmayı hiç bıkmadan deneyen kişilere de hakem denir... Ümit Aktan Özür dilemek Bayılıyorum maçın içinde rakibinden özür dileyen oyunculara. Özür dilemeyi, özür dilediği andan itibaren artık özürlü oyuncu kategorisine geçmekle eş tutanlardan nefret ediyorum. Onları engelli sayıyorum. Ç'engelli sporcular diyelim de ayıp olmasın. Rakibini kaldırmak, istemeden olduğunu söylemek, gariban takımın üç kuruş alan oyuncusunu onore etmek bu kadar mı zor?.. Futbol bu kadar gergin ve sinirli insanların oynadığı bir oyun olursa, yönetenler ve bu işe para harcayanlar bu kadar sevimsiz olursa, üzerine konuşup yazanlar bu denli sevgisiz olursa... Nasıl bekleriz takımı sevenin tüm takımları sevmesini?.. Sevmese de "saygı" duymasını... Özür dilemekle özürlü olunmaz, sadece özür dilenmiş olunur... >> Yarın meslekte 36 yılı bitiriyorum... 3 Eylül'de TRT sınavları ile başlayan mesleğimi 36 yıldır konuşarak ve yazarak geçirdim. Saygılarımla...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.