Potansiyel mafyayız

A -
A +

İçten içe hepimiz mafya değil miyiz?.. Günlük yaşamımız içinde zevk alacağımız yerlere mafioso tavırlarla girip çıkmaz mıyız?.. En gelişmiş mafya spor dünyasının içinde kol gezmiyor mu?.. Ya da mafyanın en gelişmiş gürbüz çocukları rantın çok büyük olduğu sporun içine girip boy göstermiyor mu?.. Alaattin Çakıcı ve Sedat Peker gündeme gelince sportif (!) ilişkileri de ortaya dökülmedi mi?.. Aldatan karısını yakalayıp vurmak, hele aldatan ikiliyi birlikte telef etmek cezaevinde itibar, alemde şan şöhret getirmiyor mu?.. Arabadan niye ineriz?.. Diğer araçtaki mutlak suçlu olduğu için ilk hedefimiz dövmek değil midir?.. Diğer araçtan inen dövmeye yeltendiğimiz şoför daha iri çıkarsa polis çağırıp tespit yaptırmaya razı olmak nasıl bir dayılıktır?.. Niye şeref tribününde bol korumalı mafyamatik yöneticiler maşrapa gibi dizilip karşı tarafın yöneticilerine göz devirerek efelenir gibi bakarlar?.. Rakibin çöplüğü olduğu için olay çıkmasından memnun olmazlar mı?.. Kaşımazlar mı durumu?.. Üç beş işsiz taraftar bir araya geldiğinde kendi bindikleri otobüsün camını kırmak, damarlarımızdaki mafyamatik kanda mevcut değil midir?.. Bireysel yaşam biçimi olabilir mi hiç "Yurtta sulh, cihanda sulh" genellemesi?.. Ezelden fanatiğiz.. Hemen de holigan olabiliriz.. Rakip seyirci ölsün, takımı yok olsun istemez mi bir takımın taraftarı?.. Kız meselesi yüzünden mahalle kavgası yapmak vâka-i adiyyedendir ve ne menem bir centilmenliktir? Bu ülkede vurulmadı mı bir adam, komşusunun köpeğine yemek verdi diye?.. Köpeğin namusuna bile mafyatik yaklaşabilen bir ülkenin futbol taraftarından zarafet beklemek mafyamatik bir melânet beklemekten daha zordur. Sinema - tiyatro gibi seçkin insanların toplandığı ve seçkin çıkışı olan yerlerde bile olay mahallini terk ederken yanımızdaki dişi varlığı arkasına geçerek korumaya niye alırız?.. Sanki ne kadar sapık varsa tiyatroya gelirmiş gibi!.. Bunu yapan, yalnız tiyatroya gittiği zaman başkasının dişi varlığını kendisinden korumaları gereken adam konumuna düşmez mi?.. İçimizdeki mafyacı ruh işte... Göğsümüzden iki düğme fazladan açıp kıl göstermeyi severiz de, mesela oğlumuz açsa kızmaz mıyız?.. Kızımızı kapatırız ama bizim olmayan kızların açık olmasından da zevk alan bir çoğunluğumuz vardır!.. "Vur - vur" diye bağıran seyircinin oyun disiplininden çıkaramadığı bir takım var mıdır Türkiye'de?.. Ve niye geçmeye çalıştığımız ülkelerin seyircileri asla "vur - vur" diye bağırmazlar?.. Kendisini yenmekte olan rakibine vurmak içgüdüsü yok mu Türk futbolcusunda?.. Ve tabii Türk futbolu yöneticilerinde?.. Maganda ile holigan arasında bir yere yerleşip, eleştiriyle hakareti harmanlayan bir spor basınının mensupları değil miyiz?.. Kendisi gibi düşünmeyenleri vatan hâini ilân etmiyorlar mı bu ülkede?.. Etekleri taşlı Üniversiteden sınıf arkadaşım Celâl Demirbilek iki ağır haber yaptı. İkisinde de Büyükşehir Belediyesi Spor A,Ş. ve yöneticisi Ayhan Bölükbaşı'nın iki skandal hatasını ortaya döktü. Unutulan aidat nedeniyle 'Uluslararası Takvim' dışı kalmış Avrasya Maratonu'nu parkurunu çaktırmadan değiştirip, göz kararı koşturduklarını belgeledi. Savunmalar inanılmaz!.. Birine, "Parayı yatırıp tekrar takvime gireriz, ne var bunda?.." zihniyeti, diğerine, "Bu kadar mesafe değişikliği pek fark etmez" mantığı... 42 kilometre 185 metrelik uluslararası bir maraton koşulacak... Önce maratonun uluslararası niteliği hak ile yeksan... Sonra da "Bu sefer bu kadar koşun, maksat ayağınız alışsın..." diyerek 40-41 kilometre falan kadar koşturacaksınız. İşte size gelecek senenin duyurusu: "İsteyen bitirdikten sonra saha etrafında bir kaç tur ekstradan atabilir. Ayrıca maratonumuz uluslararası olup, 'Uluslararası Takvimde' yer almayan bir gizlilikte kapalı devre yapılmaktadır. Yakın gelecekte parkuru ayarlayıp, aidatı da yatıracağız ve kazananlara 'Maşallah' kolyeleri dağıtacağız." Eline sağlık Celâl. Hadi ama Sinan İlk akla geldiği gibi Sinan Engin'den söz etmiyorum. Türk futbolunun gönüllü askerlerinden biri hayatla mücadeleyi sürdürüyor. İstanbulspor'un en zor ve sıkıntılı günlerinde çile çeken, tam vuslata ermek üzereyken birdenbire tekleyip yatağa düşen Sinan Dinler'den söz ediyorum. İstanbulspor'un menajerinden... Sinan'dan gelen son haberler, tıbbı da, ilaçları ve doktorları da yenmeye başladığı şeklinde... Çok sevindim... Bu çilekeş spor aşığını yatakta yalnız bırakanlara kırgınım. Kalk artık Sinan. Kalk gel şu İstanbul'a da top konuşalım. Burada hâlâ senin çok sevenin var. Onlara mecbursun... Turşunun perhizi... F.Bahçe'nin G.Antep maçı öncesi bir spor gazetesinin ön sayfası: "Alex uçağı bilerek kaçırdı, yöneticiler çılgına döndü." Aynı gazetenin bir sayfa çevirince gelen 3. sayfası: "Fener'e Yıldırım kuşatma. Oyuncular sıkı takibe alındı." Daha fazla yoruma gerek var mı?.. Hoca farkı G.Antep, Beşiktaş'ı Del Bosque'nin bütün acemiliğine rağmen hoca farkıyla elinden kaçırıyordu. 4 yapmamış olsa ya da maç 10 dakika daha uzun olsa hoca farkıyla mağlup olacaklardı. Aynı G.Antep, Daum'a da hoca farkıyla kaybetti. Zaten Daum'a ve F.Bahçe'ye kaybedenler rakibin oyunundan çok, kendi oyunsuzluklarından kaybediyorlar. Korkan zaten kaybetmiştir. Ne zaman ki korkuyorlar, o zaman kaybediyorlar. Giray Bulak, Erol Tok, Mehmet Birinci, Hüsnü Özkara korkarak kaybetmedi mi?.. Bir devre korkan, ikinci devre silkinen Rıza puan alabilen tek hoca değil mi?.. Demek ki F.Bahçe kazanmıyor, rakip hocalar kaybediyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.