Fatih Terim; belli ki birini esirgese yerine oynattığını ufaltmış, hatta yok etmiş olacağının bilincinde. Takımın parçası olmuş her oyuncunun vazgeçilmez olduğunu kanıtlamak istemiş... Öyle bir kadroyla sahada... "Kim olmaz ise olmasın, kalanlar bana yeter" diyerek çıkmış sahaya... En doğru biçimde "malzemesi insan olan bir gurubu doğru sevk ve idare edebilen" ülkenin en iyi teknik direktörü olduğunu kanıtlayarak. Çıkan şapkam bunadır... Oyunun başlarında Gençlerbirliği, Kadıköy kâbusuna oranla daha fazla doğruyu bir araya getirmiş gibiydi. Devrenin büyük bir bölümünü "önlemek" üzerine kuran ve oynayan Fuat Çapa'nın öğrencileri devre sonunda amacına ulaştı. Bütün mesele son 45'te öne ne kadar gelebileceği, ya da gol yemedikçe bunu deneyip denemeyeceği sorununda gizlenmişti... Kadıköy'de maçın başında, Arena'da ise ikinci yarının başında gelen golün ne demek olduğunu izledim kalan sürede. Takım halinde düşünüp hareket edebilen bir organizma vardı sahada. Coşkulu, topsuz oyunda da istekli ve "proje atakları" çok fazla olan bir takım vardı. İlk yarıda köşeden çıkarılan topun benzerini ikinci denemede gol yapan Selçuk, yakışanı yaptı ve maçı orada bitirdi... Merak ettiğim sorunun cevabı da burada gizli zaten. Galatasaray o kadar çağdaş ki; golü yedikten sonra çıkmak isteyen Gençlerbirliği'ne çıkacak mecali bırakmayacak kadar. Ayrıca çok da ciddi oynadılar... Rakibe saygı duyarak... ÖZGÜVEN İŞTE BU Ben bu yazıyı sayfaya koymaları için gönderdiğimde skor ve puan farkı filan hiç önemli değildi benim için. Önemli olan Galatasaray'ın ortaya koyacağı dürüst, aktif ve özgüvenli futbol idi. Onu bulduğumu söylemeliyim...