Başkan yeni yılımızı özel bir mektupla kutlarken bir cümle kullandı. Diyor ki; "...yeni dönemin ilk yılıdır iki bin on bir..." Sayın Polat'ın çok acılar çektiği bir yılı geride bırakıyoruz. Acısını içine gömmeye çalıştı ama koca bir yıl "asla defnedilemez" acılar içinde tamamlandı. Sıra geldi 2011'in umutlarına... Tabii ki İstanbul'a takılan tek taş pırlantanın halka arz edileceği 15 ocak tarihine. Belki de başkanın beslediği umutlar gibi "her şeyin düzelmesi" bu görkemli abidenin açılışına bağlı. Ancak Ali Sami Yen'in de yakışıksız terk edildiğini göz ardı edemeyiz. Çünkü bizler Kalamış tesislerindeki bayrağın yırtık olmasını kabullenemeyiz, buna karşılık ligde onuncu filan olmak, karakter ve kaliteden ödün verilmediyse, bizi pek ırgalamaz. Başkanımız ise bunu anlayamıyor maalesef. Bizler kaptanımıza "ulan" dedirtmeyen, onu sıradanlaştırmayan bir ekolün, yani lisenin getirdiği geleceğiz. Ulan diyen başkanla "kanka" olabilirsiniz ama o çocuk hâlâ daha kaptan kalırsa geleceği kaybedeceğiniz aşikardır. Birbirinden zevk almadıklarını yıl boyunca her aşamada algıladığımız ve "birbirinden hazzetmeyen" insanlar topluluğunun neredeyse acıdan zevk alır hale geldiğini gördük. O insanlar birbirlerine kaynaştırılamadı, gurup dinamikleri oluşturulamadı. Birbirlerini tamamlayıp takım olabilmeleri sağlanamadı. Bu nedenle hatayı hep yanlış klişelerde aradık. Mesela... "4-3-3" ü önce beğendik ama sonra fazla bulduk. "Ön libero" dediğimiz ucube anlayışın "tek mi olsun çift mi?" sorusunu ortaya attık ve cevabı ile yıllar kaybettik. "10 numara" ile "forvet arkası" arasında kilitlendik kaldık. Buralara adam almaya kalktık, aceleden aldığımız adamları da harcadık hemen. Bütün bu hengamenin arasında şunu ıskalıyoruz: Malzemesi insan olan bir grubun yarışmasını "sevk ve idare" edecek insanları "sevk ve idare" etmekle yükümlü bir yönetici gurubunun, bu işte hatalı olduğunu. En büyük zevki sizi yenmek ve geçmek arasına sıkışıp kalmış bir rakip başkanın, istediği her an kaptanınızı aşağılayıp sizin kimyanızı kolaylıkla bozabilmesine seyirci kalmasını kabullenemiyor bu camia. Sizler ise tek sorunun puan cetveli olduğunu sanıyorsunuz. Hata burada... 4-5 haftada neler olabilir?.. Bir Lincoln Brezilya'da deliksiz oynuyor... İdmansız haliyle bile Misimoviç 10 gün önce milli takımıyla bir attı, bir attırdı. Kemiksiz oynuyor... Jo bir hafta olmadı daha Manchester City formasıyla Tevez'in yanında Juventus'a çaktı hem de deplasmanda... Dos Santos denilen ufaklık Meksika'da Dünya Kupası sonrasının prensi ilan edildi... Liverpool'un sol bekini de mundar ettik gönderiyoruz... Elano'yu Brezilya kaptı hemen ve yine milli takıma atacaklar belli ki... Arda'nın başını döndürdük "kaptanlık-sakatlık" tahterevallisinde sallaya sallaya. Sonra bir işkembeci açılışında gömüverdik çocuğu. Çünkü bir çocuğa bırakmıştık yüz beş senelik camianın sembolü olma fırsatını. Bu bile bir sevk ve idare aczi değil midir? Siz rakibinizin başkanına biat eden bir başkan olabilirsiniz, ama camianızın biat etmesini bekleyemezsiniz... Devam edelim... Servet değil miydi Sivas'ta kimseye adım attırmadığı için alınan ve şimdi Servet değil mi takas için ortaya atılan... Marifeti nedeniyle alınan birçok oyuncuyu tribünlere ıslıklattıran bu "sevk ve idare" yanlışları değil mi?.. Bu örnekler bile vermiyor mu; "bu adamlar mı yanlıştı, yoksa adamlar doğruydu da yanlış takıma mı gelmişlerdi" sorusunun cevabını... Takımın sevk ve idaresine bu hataları işlettiren tüm camiayı sevk ve idare etmekle yükümlü bir yönetim kurulunun yanlışları değil mi?.. Kendilerini bile "sevk ve idare" edemeyecek duruma düşmelerinde değil mi neden?.. En tepeden başlayan sevk ve idare sorunu, bu oyuncu gurubunun elinden aldığı "zevk" ve bunu "idame" ettirme yeteneği nedeniyle tribünlerin üstlerine yıkıldığını görmezden gelmedi mi?.. Bu takım 4-5 haftada daha çok koşabilir, daha iyi vurabilir hale getirilebilir. Ancak 4-5 hafta içinde birbirlerini daha çok sevmeleri nasıl sağlanabilir?.. Yeni stat "daha çok gürültü" limitleriyle sınırlı kalırsa, daha büyük bir stadın altında kalmak gerçeği de karşısına çıkabilir; milyonları hatalı bir biçimde "sevk ve idare" edenlerin. Vee... Nasıl takımın önünde çıkar, pırıl pırıl yepyeni bir sahaya ve yeni umutların başında; eski yılın sonunda Aziz Yıldırım'ın "ulan" dediği bir çocuk?.. Bu mudur "sevk ve idare?.." ----------------------------------------------------- Mesele, insanlardan oluşan bir malzemeyi; ayrı dünya ve yaşam biçimleriyle, apayrı kültür ve dinlerden gelen insanların oluşturduğu bir topluluğu sevk ve idare edenleri bir araya katıp, milyonlarca insanın umutlarını ve yaşam biçimlerini bağladığı bir topluluğu sevk ve idare meselesidir. Yazması bile bu kadar karmaşık olan bir kompleksi uygularken bundan "zevk" alabilmek ve bunu "idame" ettirebilmek pek kolay bir iş olmasa gerek. ----------------------------------------------------- S-ÖZ "İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârı, Kelamından belli olur erkek kişinin miktarı..." Aynaya bakma hata görürsün Galatasaray'da esas irdelenmesi gereken sorun şudur: "Sorun, alınan adamlarda mıydı; yoksa alınan adamların doğru montaj ve servis bakımının doğru yapılmamasında mıydı?.." Bunun doğru cevabı aynaya bakanı sevimsiz gösterir... O zaman ya aynaya bakmayacaksın, ya da aynayı kıracaksın... Galatasaray'ın başkanlık makamı ikinci şıkkı tercih etti 2010 boyunca. Sorun alınan adamların çapıyla ilgili değilmiş demek ki; sorun o adamlarla eldekileri kaynaştırıp bir takım oluşturacak olan insanların doğru biçimde sevk ve idare edilmemesiymiş. Bir işkembecide rakibinin "kanka" ilan ettiği başkanına "yem" ettirilen kaptan, bir "yönetim projesi hatası" değil midir?.. Siz "kula kul" olabilirsiniz, ama bu tribünler olmayacak Sayın Başkan... Önünde kim varsa onun kimyasını bozmak üzerine çalışan bir başkanın hamlelerine Trabzonspor'un gardını nasıl aldığına bir bakın. Bir de kimyasını istediği an bozduğu Galatasaray'ın savunmasız haline...