"Son günün aforizması ‘berbat bir yıldı iyi ki sona eriyor’, yeni yılın ilk gününün geyiği ise ‘bu yıldan ümitliyim, iyi olacak’ şeklindedir. 2017’yi de kazandıklarımızdan çok kaybettiklerimizin acısıyla hatırlamamayı diliyorum..."
Dedim ve daha gireli bir saat olmuştu ki; taradılar kalabalığı...
Yine de umutlu olmak istiyorum çünkü başka sığınacak bir limanım kalmadı...
Nedendir bilmem ama çift sayılı yıllarla aram hiç hoş değil. Tekli yılları ise çok severim…
Barışık olacağımı hissediyorum 2017 ile...
Toplumun ayrışma nedeni gibi görünen; ama aslında en büyük kaynaşma nedeni olan çok sevimli oyuncağımız ve eğlence aracımız olan ‘futbol oyunu’ için yeterli çabayı gösteremediğimizi görüyorum…
Üzülüyorum...
Onu koruyamadığımız acizliğimize kahroluyorum...
Yaşamın en önemli enstrümanlarını koruyamadığımız için 2016’da onar, yirmişer öldük!
Terör dedik, FETÖ dedik..
Bela bulutları başımızın üstünden hiç eksik olmadı..
Kavga dövüş alanı haline gelmiş statlarımız yıl sona ererken birden ortak tepkilerin sergilendiği, polis selamlarının verildiği, askerimize sloganlar atıldığı ve bütün bunların takım ayrımı olmadan yapıldığı bir yer haline dönüştü...
En büyük ‘ayrışma’ alanı olan statlar, en önemli ‘kaynaşma’ ortamına dönüştü...
Futbol kendi karantinasını oluşturuverdi.
Hiçbir kimse yoktur ki giden bir yılı çok sevsin ve gelen bir yıldan umutlu olmasın; çünkü hep acıları hatırlarız ve umutlarla besleniriz...
Futbol denilen sevimli oyuncağın ve eğlence merkezi olan statların farkında olamadığımız için; o alanları hayata karşı olan öfkemizi kusmak için kullanmaya pek mütemayilizdir...
Cruyff öldü, Muhammed Ali öldü, Sharapova bile dopingli çıktı, daha ne diyeyim sana 2016!..
QUARANTA GİORNO...
600 yıl önce ticaretin merkezi Venedik şehir devletinde bir âdet vardı.
Limana gelen gemiler 40 gün karantinaya alınır, karaya çıkılmasına izin verilmez ve ancak bir hastalık ya da bir melanet olmadığına karar verilince şehirle birleşmelerine izin verilirdi…
40 gün İtalyancada “quaranta giorno” diye adlandırılırmış.
“Quaranta...”
Karantina kelimesi de oradan geliyor...
Hayatlarını ve var olma nedenlerini böylesine korumak iç güdüsü değil mi, kentlerin etrafına en yüksek surları yaptıran...
Oysa futbolumuz o kadar korumasız ve o kadar kırılgan ki, en ufak bir müdahalede tuzla buz olmaya mahkûm…
İkinciliğin büyük başarısızlık sayıldığı bir yıla giriyoruz ve birincilik için tek kişilik bir loca, ikincilik için ise birçok bilet almış futbol takımımız var...
Sadece şu anın birincisi değil, birinci olamazsa dünya başına yıkılacak olan...
Bir futbol takımını toptan götüren bir uçak kazası ile hayatının sondan bir önceki golünü Fenerbahçe’ye atan Şehmus’un son golünü bir dağ yolunda ve uçurumun kenarında atmaya kalkmasının izleri bile o kadar taze ki...
Yani üzülmemiz gereken binlerce nedenin arasından bir sevinç kırıntısı arayarak yolculadık çift sayılı yılı...
İnsanlık tarihinin en büyük buluşu fermuar ve şemsiye olarak tanımlanır... Üçüncüsü ise futboldur...
Çünkü günlük hayatta bir adım atabilmek için en az 200 kasımızı kullanmak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Bu durumda 90-100 dakika koşan ve darbe atıp darbe alan bir futbolcuya biraz saygı duymamız gerekmiyor mu?..
S-ÖZ:
Mutluluk nedir bilir misiniz?..
Elin erişebileceği çiçeklerden bir demet yapma sanatıdır...
Elinin erişemediklerinden değil...