Tek suçları beş parasız bile olsa onurları uğruna direnmek. Galatasaray ve Fenerbahçe'yi yenip, Beşiktaş'ı sallamak. Hiç olmazsa "ötenazi" yapmalarına izin verin... Orijini göçmen çocuğu. Büyük bir takımda oynamış, oralardan milli takıma bile yükselmiş. Sonra başkalarının defalarca yaptığı hatalardan birini yapınca yüzüne vurmuşlar ve sanki kovmuşlar. Gitmiş bir küçük takıma... Seyircisi olmadığı ve stadı bulunmadığı için "küçük" denilen ama delikanlı ve mert bir takımın "kocaman" yürekli insanlarının arasına... Kaptan olmuş onlara... Türk sporunun kaosu, hukuk sisteminin çarpıklığı ve ticaret hukukunun "orman kanunları" ile eş değerde tutulduğu bir ortamın göbeğinde basının önüne çıkmış. Kameraların önündeki "topçular topluluğu" evlerinin kirasını ödeyemiyor, idmana gelecek paraları yok. Hocaları delikanlının dikalası ve "istifa lüksünü" kullanıyor, topçularının önü açılsın ve dertlerine kulak verilsin diye. Hiçbir takımı almayacak kadar da mert ve düzgün bir adam. Kimbilir "içerde" ne kadar "hakettiği" kalıyor. Başkanları, bugüne kadar "ayakta kalmak ile hayatta kalmak" arasında gidip gelmiş bir topluluğu artık yönetemeyeceğini söyleyebilecek kadar adam... Onları görüntüleyen kameramanların ve muhabirlerin ise hiçbirinin "iş güvencesi" yok. Basın kanununa bile tabi değiller. Anında kapının önüne konabilecek durumdalar. "Körlerle sağırlar, birbirini ağırlar" durumu yani... Adam sonunda gözyaşlarını tutamıyor ve katılarak terkediyor ortamı. İsyanı, Adam Smith ile Karl Marks gibi iki "ekstrem" ekonomi teorisyeninin ortak tek noktasının bile uygulanamamasına belli ki... "İş veren aş verendir" şükran çağırır ama, O delikanlının başı çektiği "delikanlı topçu gurubuna", belli ki nankörlük olarak geri dönmüş döktükleri kutsal ter. Onların emekleri gaspedilmiş ve kimsenin çıtı çıkmıyor. Düzgün bir insan topluluğunu "tinerci" durumuna düşürenler hiç utanmıyor. Bu nasıl bir sistemdir ki birisinin yanlışlarını, hatalarını ve günahlarını hiç ilgisi olmayan birileri ödemek zorunda kalıyor? Bir grup emekçinin tüm "yaşam destek ünitelerini kopartıp atmak" nasıl bir hukuk prensibidir? Bu insanları asla yapmayacaklarını bildiğim "maç satın o zaman" durumuna düşürmek ve bunu federasyonun sadece seyretmesi... Çünkü açıkca gelirlerinin yolu tıkanmış ve en başlarındaki insanlar gibi "karanlık yollardan" gelir elde etmeye mahkum bırakılmışlar. Ulusoy, eğer "baba" ise, hiç değilse "abi" durumunu hâlâ koruyorsa şimdiden bir takım kapıları çalmaya başlamıştır. Sistem, onlara "ötenazi" tavsiye ediyor. Veee... 8-10 seyirciden fazlasını bulamayan müthiş bir takımın şimdi milyonlarca seyircisi var. Bütün Türkiye İstanbulspor'u seyrediyor. Hem de gişelere 5 kuruş bile ödemeden!.. Çıkışlarını gözardı etmiştik... Düşüşlerini, "Popstardan elenen" yarışmacının acısını yaşamaktan zevk alır gibi seyrediyoruz. KALEM BU, YAZDI İŞTE.. Galatasaray'ın "makbul" olmayan durumuna bakıp, ona "maktul" muamelesi erken yapıldı. "Makul" bir inişin ötesine geçen takımın ara gazı ile "ikmal" yaptığı şu dönemde bazı eski yöneticiler "kabul" edilemez bir şekilde "ikbal" üretmeye çalıştılar ama birileri kulak koparttı bir yerlerde. Bugünün başarısızlığına "tekabül" eden dönemde, "destek" beklerken "köstek" çıkanlar, kısa bir süre sonra "tekamül" gerçekleştiğinde "kamil" davranabilecekler mi acaba?.. Üstüne koymak Benim birkaç hafta önce altını çizdiğim gerçeği sonunda becerdiler. İlk kez bir Anadolu takımı Avrupa'da yoluna devam edebilmek için "mevcudun üstüne koydu" diyebiliriz artık. Gaziantepspor elindekileri vermediği gibi eksik yerlerine adam alarak "üstüne koydu." İbrahim Toraman'ı vermedi. Kalecisini vermedi. Üstüne Yusuf Şimşek ve Hakan Bayraktar gibi iki adamı ortaya koyarak güç kazandı. UEFA'daki rakibi "elenmezlerden" olmasına rağmen belli ki kendilerine bir hedef koydular ve bu hedef kesinlikle Türkiye dışında... Celal Doğan ve Nurettin Sağlam bu tavırlarıyla desteği açıkca haketmişlerdir. Cem Baki'nin gidişi idari bir uyumsuzluk ve teknik bir sorun ama gelen iki deneyimli isim UEFA'da turun deneneceği anlamını taşımaktadır. En azından deneyeceklerini gösterdiler. Fakat işin matematiği biraz matrak. Fenerbahçe'de oynarken Avrupa'ya hasret kalan Yusuf ile Hakan, Gaziantepspor formasıyla Avrupa vitrinine çıkacaklar!.. Eskiden Anadolu'dan Fenerbahçe'ye gelip Avrupalar'a çıkmak diye bir şey vardı. Şimdi, Fenerbahçe'den kurtulup Anadoluya kapağı atarak Avrupa'da oynamak modası başladı. Peşinde koşmak Galatasaray'ın oluşturduğu radikal değişimin vereceği sonuç merakla beklenecek. Kötü giderse fırsat kollayanlara gün doğacak, birazcık düzelme olursa da bardağa "bu bardağın yarısı boş" diyerek bakacaklar. Ancak, Fatih Terim şu birkaç gündür oluşturduğu tavır ve yaklaşımla yıllar önce herkes Avrupa'da hazırlığa giderken, tersine bir davranışla Marmaris karargâhında oluşturduğu yeni yapılanmayı hazırlıyor gibi. O zaman da gidenler olmuş ama gelen birkaç genç ve meçhul isimle tırmanış başlamıştı. Gelecek 4 senenin temelleri atılmıştı. Şimdi benzer bir yaklaşım ve tavırla "bir şeylerin peşine düştüklerini" görüyorum. Biliyorum ki, başta Bülent olmak üzere diğer bazı isimler hakkında içi kan ağlıyor. Neler olacağı, kıpırdanmanın ardından gelebilecek bir barış konsensüsünde bu isimlerin nasıl bir dönüş gerçekleştireceği konusunda kendinizi sürprizlere hazırlayın. Ve bilin ki Bülent, Galatasaray tarihinin en görkemli jübilesi ile uğurlanacaktır. Kabuğunu soymak Tuhafıma gitmesine engel olamıyorum. Erman aylarca salladı ve yüzyüze geldiğinde susma hakkını kullandı. Sonra İstanbul'a dönüp, gazetesine "tam siper" oldu ve ilk yazısında yine aynı makama sallamaya başladı. Antalya öncesinde salvolarla hakaretler yağdırdığı insanlara "karşıma çık" şeklinde meydan okudu. Şimdi meydanda okuyoruz ki, muhterem meğer içindekileri orada dökememiş. Oradayken, "sen, o sen olama" ve kalkanı kuşanıp sipere yatınca hemen "sen, o sen ol" ve bıraktığın yerden devam et. Burada bir yanlışlık var.. Yanlışı, kendine uyar gelince kabullenmek ve doğruyu kendine uymayınca reddetmek bildiğimiz ve alıştığımız bir davranış biçimiydi. Ama bu biraz arkadan vurmak veya mahallesine gelince dayılanan bir kabadayının tavrına uymak gibi bir durum arzediyor. Sen alemi kıllandır.. Er meydanında tırs.. "Muhitine gelince" saldır.. Hatta peşindeki serseriyi mahallesine kadar türlü cilvelerle sürükleyen ve orada "abisine" dövdüren bir "kenarın dilberi" gibi. Yakışmadı pek.. Dimdik durmak Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay basketbolu salonsuz bırakmaz. Bunu adım gibi biliyorum. Genel müdür Türk sporuna bir "antibiyotik" olmuştur. Yaptığı tasarruf çabaları, başlattığı hamleler ve özerkleşme için attığı cesur adımlarla zaten "pansumandan öteye ameliyat" durumuna geçmiştir. Abdi İpekçi'nin kirasını diğer kulüplerin ödediği kira limitlerine çekecek, ortadaki kur adaletsizliğini hukuku zedelemeden dengeleyecektir. Basketbol Federasyonu'nun derdini anlatamayan avukatlarının çözemediğini çözecek, basketbolu dimdik duracak duruma getirecektir. Abdi İpekçi'nin günlük kurdan kira ödemesinin getirdiği imkansızlığı çözecektir. Basketbol Federasyonu'nun atamadığı adımları atmasını sağlayacak ve sonunda özerkliği mutlaka getirecektir. Bir çok yarayı, hatta kangren olmuşları bile çözmeyi başardığına göre bunu da başaracaktır. Bürokrasiyi kırabildiğini zaten göstermişti. Şimdi bürokrasiyi faydalı bir hale getirecek çalışmalara başlamıştır. Çünkü, düşündüklerimizi Mehmet Atalay yapamaz ise kimse yapamaz.