Uçurtma; insanlık tarihinin en büyük keşfidir... Top denilen meretten sonra... İkisi de "hava" ile ilgilidir. İkisine de bakarken, öyle gerçekleri ıskalarız ki... İkisi de havada gezinir, kendine baktırır, bakarken de ya önünüzdekine toslamanızı sağlar, ya da onun olmadığı yerlerdeki "olmakta olanları" sizden gizli gerçekleştiriverir. Siz ona bakarken cüzdanı kaptırıverirsiniz. Herkes hep "kendi oynamak ister" onunla... Sadece havayı kullanır iki oyuncak... Hep en yükseğe, hep en uzun, hep en renkli olanın peşine takılır tüm bakışlar. Yeni oyuncağımız ise Beckham'dan sonra Arda'mızdır. Beckham'a bakmaktan İngiltere Milli Takımı'nın uluslararası piyasada 1966'dan bu yana "elde edemediği" tüm başarıları göremeyiz. Milan ve Los Angeles Galaxy hayal kırıklıklarını değil, karısını, vücudundaki dövmeleri ve yakın dostu Tom Cruise'ı görürüz. Scientology tarikatıyla ilgisini takip etmekten "vuramadığı şutları" ve "müzmin sakatlıklarını" ıskalarız. Beckham bir uçurtmadır havaya yaslanıp giden... Korkarım Arda'da bir uçurtma olma yolunda ilerlemektedir... Açalım... İkisi de sakat... İkisinin de yakın dostu bir ünlü jön... İkisinin de sevgili eşleri popüler... İkisi de oynayamamakta ve hep haber olmakta... İkisi de "sansasyonel" maçları seçip, kendilerine katkısı olmayacak tüm işlerden uzak durmakta. İkisi de; mesela Edgar Davids ve Seedorf ile ya da Elano ve Mustafa Sarp ile ilişki kurmak yerine, Tom Cruise veya Kıvanç Tatlıtuğ ile birlikte görünmektedir. İkisi de zor ve uzak deplasmanlara gitmek yerine "sauna açılışı" veya "otomobil fuarı" peşinde koşmaktadırlar. Birinin t-shirt'ünde Che Guevara, ötekinde Al Pacino olabilir. Onlar için en önemli şey "hava'dır..." Elano'nun mesela; Behlül'den daha çok ihtiyacı vardır kaptanının yakınlığına. Kapaksız kaynamış ve buğusuz pişmiş... İkisi de "takımdaşlıktan" uzak durmaktadır. Rüzgâr beklemektedirler "havalanmak" için. Söylemleri tersini işaret etse de tercihleri hayata bakışlarını açıkça göstermektedir. Sağlık kurullarından çok, takım arkadaşlarından daha fazla zamanı "image maker" peşinde harcamaktadırlar. Beckham'dan çoktan umudunu yitirmiş, ama Arda'dan çok ümitli bir Ümit Aktan olarak bunlara işaret etmek istedim. Çünkü nefret ettiğim Beckham adındaki medya maymunu en azından dünyanın konuşmaya çalıştığı bir dili ana dili olarak biliyor, benimki ise gidebileceği ülkelerden birinin dil kursu yerine medyanın kursağına meze olmaya devam ediyor. İkisi de sofraya erken servis yapılmış birer tabak "haşlanmış kabak" kadar boşaldıkları için kızıyorum bizimkine. Tanıdığım "son lezzet" olan Arda'mın tatsız tuzsuz bir yemeğe dönüşmesi beni sahalarda aç bırakıyor artık. Bir "uçurtma" olup gitmesini kabullenemiyorum özel olarak seyretmeye gittiğim son adamın. Benim "son Mohikanım" Arda idi... Oysa şimdilerde "kuru gayret olsa olsa çarık eskitir" sözüne kurban giden bir uçurtma gibi dolanıp durmaktadır ortalarda. Gün gelir, rüzgâr kesilir, o uçurtma "havalanacak rüzgâr" bulamaz ve ya bir telgraf direğine takılıp rüzgârın kâğıttan gövdesini iyice parçalayıp yırtmasını bekler, ya da benim gibi hevesi kaçmış bir çocuğun elinde kuyruğu kopmuş olarak garajdaki eski eşyaların arasında yerini alır. O rüzgâr hep meltem olmaz Arda; bazen yıkıp geçen bir fırtınaya dönüşüverir... Senin rüzgâra ihtiyacın olduğu kadar, unutma ki şimdilik rüzgârın da sana ihtiyacı var Arda. Şimdilik ama... Gün gelir o rüzgâr da kendini göstermek ister, olmadı başka bir uçurtma bulur... İmza: Hayranın olan bir abin... ----------------------------------- Bugünü de peşine takıldığımız "uçurtmalardan" söz ederek geçirmek istiyorum. Ülke olarak Fatmagül'ün peşine takıldığımız için ve de "sıradan maç sonuçlarını muhteşem galibiyetlere" dö-nüştürebildiğimiz için, kendimizi kandırdığımız kanaatindeyim. Olması gereken bir şey olduğunda bunu "olmayacak bir şey olmuş" gibi gösterenlere de karşıyım. Muhalif dönemimdeyim anlayacağınız. O nedenle Arda'ma bir mektup yazdım... ----------------------------------- Bütün takımlar Fatma ninenin peşinde!.. 105 yaşındaki ninemize yapılan taciz had safhada... Getirdiler Ankaragücü maçına tuttuğu takım 4 yedi. Götürdüler Trabzon'a, yine yenildi bildiği tek takım. Galatasaray'ı yenmek isteyen takım, düşmüş ninemin peşine. Gazete manşetlerinde bile "Fatma Ninem", olmuş tecavüzden muzdarip "Fatmagül." 105 yılda görmediği zulmü, Galatasaray 10,5 günde yaşattı sevgili nineme... Yıldızın yaldızı giderse... Kim daha yıldız? Kim en yıldız? Yıldız ne demektir?.. Yıldız; 4 gollü mesela bir Ankaragücü galibiyetinde iki gol bir asist ortalaması yakalayan veya içerde Eskişehirspor'u yenme nedenlerinden biri olan birisi midir, yoksa bana Young Boys maçını alıp beni Şampiyonlar Ligi'ne sokan, ya da PAOK maçını alıp hâlâ daha Avrupa'da oynatabilen adam mıdır?.. Kasımpaşa maçını kazanma nedenim midir, yoksa Trabzon deplasmanı, Beşiktaş ve Galatasaray maçlarını alabilme nedenim midir yıldız?.. Yıldız, arabasının kapısı yana değil de yukarı doğru açılabilen midir?.. Yıldız, büyük işler yaparken her an rakibini ve hakemi dövebileceğinin sinyalleri ile tribünlere gladyatör figürleri sunan biri midir?.. Yıldız; pası verip halı saha golü attıracak yerde ters ayağının dışıyla spektaküler, ama hiçbir üretim katkısı olmadan topa vuran adam mıdır?.. Benim yıldızım hiçbiridir... Benim yıldızım La Liga'da 57 gol bulabilen Nihat'tır. Benim yıldızım Dortmund'u sırtına alıp giden ve her maçta oradan buradan çakan Nuri'dir... Vee... Benim yıldızım 4 senede Çanakkale'den Valencia'ya ulaşabilen, İspanyolcayı şimdiden kıvırabilen, şampiyonluğa oynayan bir İspanyol takımının ilk on birine direkt girebilen Mehmet Topal'dır. Benim yıldız diye saydığım üç ismin üçü de medyaya kör bakan, "star mantığına" hiç de uygun olmayan isimlerdir. Gerçek yıldız'ın medyaya, yani yaldıza hiç ihtiyacı olmaz... 26 yıldır ligin "karakter oyuncusu" olmuştu Trabzonspor. Başkanı rakip başkanın yanında sevinemeyecek kadar kibar ve centilmen, hocası ise Hiddink'i kendi seyircisi önünde yenebilmiş tek adam...