Ünzile destanı...
15 Ağustos 2012 01:00
Yedik somunu çıktık meydane, ne kaldırabildik ne de devirebildik bir tane. Bireysellerde darmadağın olur iken, bireyselin kralını takım olarak koştuk ve tarihe geçtik. Kızlarımızın erkeklerimizden daha güçlü, daha yükseğe ve daha hızlı olduğunu da gördük. Masal gibi her şey...
Saçından tutup sürükledik onları... Yasalar yanlarına yaklaşmaya müsaade etmez iken kalleşçe bir kurşuna mahkum ettik onları...
Sokak ortalarında dövdük...
Mobeseler yakaladı erkeklerin ayıbını...
Erkekliğimizi onların üzerinde test ettik...
Gençliklerine vermedik ve hor gördük tüm yeni ve genç bir nesili...
Sonra ne oldu...
Aklımızın bir türlü kabul etmediği "citius-altius-fortius" felsefesini uygulamalı olarak gösterdiler bize...
İki kız çocuğu tarihe geçirdi ülkemizi; sadece kazanarak değil, kazanmanın ötesinde bir taktik sunup iki madalyayı birden alıp olimpiyat tarihinde bir ilki başararak...
Bir başka kız çocuğu tatami üstünde destan yazarak...
Bir başkası ayağını eline alıp yarışı tamamlayarak ve tüm oyunların en büyük alkışını alarak...
Nevin Yanıt en güzel yanıt olmadı mı hiçbir zaman olamadığımız bir branşta var olup derece yaparak.
Olimpiyatın sadece madalya değil, orada onurla var olmak ve kendi limitlerini aşmak olduğunu göstermemiş midir.
GELECEK GELMİŞ BİLE
Önce Nur Tatar'ı alıp Engin Baytar'ın önüne koymalıyız. Sonra koridorlarda höyküren hocaları susturmalıyız.
Sonra bireysel sporda takım olmak özelliğini sunan Aslı ve Gamze için seferberlik ilan etmeliyiz.
19 yaşında olup da orada burada fingirdemek yerine, günün 6 saatini tatami üstünde geçirmeyi seçen bir genç kızımızı, bir prenses olarak kabul etmeliyiz. Van depreminin darbesini yiyen bu kız, bir "Nur" gibi pırıldamıştır ülkemizin üstüne.
O, olimpiyat finaline gelebilmiş bir prensestir. Tazegül ise devşirilmeden bulduğumuz gerçek bir prenstir.
Onlar karakterdir...
Onlar sporcudur...
Ezilen kadının sessiz çığlığı, Londra olimpiyatlarında açık açık bir haykırışa dönüşmüştür...
"Karınızı, kızınızı dövmeyin belki bir gün olimpiyat madalyası kazanırlar"; olmadı mı bu iş?.
Perisini, sultanını, prensini ve prensesini sırtımıza alıp taşımalı ve biraz olsun özen gösterip futbolun önüne koymalıyız.
Hiç olmazsa zaman zaman...
Bana ne!..
Bana ne Melo'nun gelip gelmeyeceğinden...
Bana ne gerekçeli karardan...
Bana ne Alex'in heykelinin nereye dikileceğinden...
Bana ne Quaresma'nın trivolesinden...
Bana ne kocaman haber olan hokkabazlardan...
Siz bana peri-sultan-prenses-kraliçe-prens yazın Londra mahreçli...
Ata sporumuz hangisidir?
Şimdi başaranları arkadan daha fazla itme, başaramayanları ise ciddi biçimde sorgulama zamanıdır. Rakibi, ülkesinin eyalet masa tenisi şampiyonu ise ve aynı zamanda çok iyi bir satranç oyuncusu ise bizim güreşçimizin onu sadece minder idmanlarıyla yenmesi mümkün değildir.
Evrenselleşmemiz ve dünyayı takip etmemiz gerekmektedir.
Güce dayalı bireysel sporlarda dünyaya entegre olmalıyız.
Ata sporu kavramını genişletip okçuluk, atıcılık, binicilik, gibi branşları da ata sporu olarak göstermemiz gerekiyor dünyaya.
Voleybol ve basketbolu da arkadan itmemiz gerekiyor...
S-ÖZ:
"Fazla ciddiye almayın bu hayatı, nasıl olsa içinden canlı çıkamayacaksınız...! "
Olimpiyatların bittiği gün ligimizi başlattık. Belli ki bir tek dakika bile olimpiyat seyretmemiş 8-10 bin kişiyi stada doldurup öyle çalmışız sezonun başlama düdüğünü...