Ülkemin taraftar yoğunluğunu elinde bulunduran kulüplerden sadece Trabzonspor adını taşıyanların mutlu olduğu, ama futbola sevdalı olan azınlıktaki kitleden herkesin mutlu olduğu bir oyun haftasını daha geride bıraktık. Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe alaşağı edilirken oynanan oyunun bir satranç kalitesine zaman zaman ulaştığını, zevk verdiğini ve büyük kavramının değişmeye başladığını fark ederek zevk aldım. Gerisini biliyorsunuz. Üçü de yenildi ama ikisinin kredisi kolay kolay bitmeyecek gibi görünürken, birisi kredisini tüketti gibi artık. Üçü ve birisi derken, kimleri kastettiğim hemen anlaşılıyor herhalde... Geneline bakarsak bu haftanın futbol kalitesini tek kelimeyle "müthiş" bulduğumu söyleyebilirim. Çok önemli dersler çıkarmamız gereken bir haftayı geride bıraktık. Abdullah Avcı 7 tane seyirciyle ve bir Quaresma'nın tek ayakkabısı fiyatına kurduğu takımla başardığı işi görmezden gelmeyelim. Kendisini ciddiye almayan kimlere ders vermedi ki 6 sezondur ve 6 sezondur da, üstüne koya koya gidiyor. "6 artı 2" den yakınan rakibine, 2 yabancıyla "2 artı 6" daha iyidir mektubunu elden verdi. Çirkinleştirmeden, tekme atmadan rakibinin "asla kafa tutulamaz" seyircisinin önünde muhteşem bir ders verdi. Hem de uygulamalı olarak. Ligin en "şöhretsiz" kadrosuyla inanılmaz işler başarmaya devam ediyor. Ertuğrul Sağlam Hiçbir şeyin tesadüfen olmadığını o kanıtlamaktan bıkmıyor, onun elde ettiklerinin tesadüf olduğunu söylemekten bıkmayanlara karşı. Elindeki malzemeyi müthiş oynayarak kullanıp, Şampiyonlar Ligi'nde buna benzer baskılar altında oynayacağı maçların altından nasıl kalkacağının nazari provasını başarıyla vermiş oldu. Çabuk adamlarıyla hızlı adamlarını oyunun hangi diliminde ve sahanın nerelerinde nasıl kullanacağını çok iyi ezberletmiş ve takım halinde kavga verebiliyorlar. İyi hazırlanmışlardı ve karşılığını aldılar. Güneş ve Kocaman İkisi de camialarının "kafasını" değiştirmekle meşgul. Biri "iyi futbolu önde oynamak" gibi yıllardır beklenen ama büyük para almış korkak hiçbir yabancının yapamadığını yapmaya çalışıyor ve altından kalkacak gibi. Bunu yapmaya çalışanlardan biri; 38'de Semih'i alabilen, 75'de Alex'i sahaya atabilen bir "format değişikliği" deniyor. Doğruyu arıyor ve ararken de yarışıyor. Diğeri oyuncusuna oynadığı oyundan zevk aldırmayı öğretiyor, ayrıca tribünlerine "yenileceksen bile böyle oyna da yenil" memnuniyetini aşılıyor. Biri PAOK'tan gelip, diğeri Liverpool'dan dönüp de bu oyunu oynuyorlarsa, bundan ancak "umut" çıkar, "teofilo" değil... Gelelim başlığa... Bu hengâmedeki en lüle saçlı hocamız Rijkaard. Beste de ona. Ama şarkının "... sana güle güle" bölümüne geldiğimizde, korkum yanında birilerini de götürmek durumunda kalmasıdır. Çünkü 70 metrede ve bu orta alan profiliyle bu oyunu oynamakta ısrar ettiği takdirde kaçınılmaz sonun yakın olduğu bir gerçektir. O bu oyunun ustasıdır ama ne Türkiye Ligi, ne de çok az oyuncuyla oynanabilecek bu model bu ülkede geçerli değildir. Maalesef ki geçerli olamamaktadır... Bunu anlamak ise gereğinden fazla zaman almıştır ve yarın gece Avrupasız kalabilecek bir Galatasaray'ı pazar gecesi Eskişehir'de kaybedebiliriz. Meselenin arkadaşına "pas atmak" değil; meselenin, arkadaşının "işine yarayacak pas atmak" olduğunu bilmeyen bu oyuncu yapısı yerle bir olmuştur. Beteri ise kapıdadır. Karpaty maçının 14-0 sıfır, Bursaspor maçının 18-3'lük korner averajlarından bir tek pozisyoncuk bile çıkamaması, onca duran toptan bir tek "ürün imalatı" yapılamaması, Florya'da bunların provasının bir kerecik bile yapılmadığına inandırıyor beni. Yumruk 5 parmağı bir araya getirirsiniz, avuç içinde sıkarsınız kuvvetlice, hepsinin üstüne başparmak bir kumandan gibi gelir ve örter onları ve biz buna "yumruk" deriz. Birbiri ile sıkı sıkıya dayanışan parmaklar başparmağın güçlendirmesi ve yönlendirmesiyle bir tokattan beter eder karşıdakini. Canı acır ama karşıdakinin daha çok canı acır... Galatasaray'da ne böyle bir saf tutma, ne böyle bir birliktelik, ne öyle başparmak kıvamında bir kumandan var ortada. Takım olarak değil, oyunun içinde bireysel kavgalar vermektedirler. En hırslısı Gökhan Zan'ın fotoğrafı... Ama iki senedir iki maçı var mı üst üste... İyi oynadığı iki maçı demiyorum, oynadığı iki maçı diyorum!.. Isınırken hırs ve iştah yüzünden akıyor ama bana ne... Çözüm basit... Orta sahanın oyuncularını değiştiremeyeceğinize göre ve de dönüştüremediğinize göre, bu modeli değiştireceksiniz. Bu da "Rijkaard'ı niye aldınız o zaman eline bu malzemeyi verecekseniz?" sorusunu beraberinde getirir ki, Galatasaray'da "soruların" değil, "cevapların" zamanı çoktan gelmiştir de geçiyor bile. Başlıktaki ünlü şarkının devamı geliyor gibi... S-ÖZ "Kıskanma ne olur, çalış senin de olur..." Büyükler için bir kamyon arkası sözüdür... Schuster eleştirileri başladı. Herkes haklı. Ama en çok Belediye'nin hocası ve oyuncuları haklı. Bu kadar önemsiz görülmelerine isyan ettiler ve Metrobüsle Q7'yi geçiverdiler...