Elinden mi öpsem, sırtıma mı alsam; bilemiyorum... Maç kör başladı. En önemli fırsat bize geldi onlar henüz bir iki "sarsak" şut denemişken. Arda sağdan son çizgiye indi. Bekledi. Baktı... Saniyeler yıl gibi geçti... İnanmamışlığımızın, .ya da golü bulabilmek için topla gelene pas alternatifi bilincimizin olmayışının göstergesiydi bu pozisyon. Kaleye vurdu, o bile pozisyon oluverdi... Yine gol vuruşu yok... Şutu arıyoruz, pası yapıyoruz ama hiç biri efektif olamıyor. İçerde Kazaklara karşı tek, dışarıda "affedersiniz bir yerini yırtma komutu almış" Avusturya'ya karşı çift forvet... Bu mu dünya çapında hocalık? "Topu ayağına yakıştıran" ve tek başına rakibi zorlayan bir tek adam ürettik ve buna "geleceğin takımı" diyeceğiz haa... Yeme bizi Hiddink... Yetenekleri "çevre kontrolüne" asla müsait olmayan bir hücum hattı ve orta saha bulunmuş çıkartılmış Ernst Happel Stadı'na. Bu özelliği Arda kadar ustası olan Emre ve Selçuk İnan zaten yok. Dün oynadığımız "kaos futbolunu" biz zaten oynuyorduk, Hiddink'e ne gerek vardı ki?.. İkinci yarının kilitlenmiş maçını açacak bir planımız yine yoktu. Kazak maçının 11'iyle bu maçı alırmışız, bu 11'le de bu maçı... Bana maç boyunca hep öyle geldi... Sonlarda iş kalmıştı buradaki son dakika mucizesine ama o da beni ilgilendirmiyordu. Çünkü maç öncesinde bu rakibe tam 6 gol atan Almanya'yı yenmenin hayalleri kuruluyordu... O zaman hep birlikte... "Biz bu Hiddink"in..."