Yine de dünya
dönüyor ama...
16 Aralık 2008 01:00
John Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar" diye bir romanı var. Gücünü kontrol edemeyen yüreği temiz ama çok güçlü bir dev adamın aklı evvel hikayesidir. John Malkovitch'in oyunculuk zirvesidir filmi. Görmediğimiz yörelerde de aşırı sevgiden takımına zarar veren ve maça gelmese takımı adına daha hayırlı bir iş yapmış sayılacak çok seyirci gurubu vardır mutlaka. Bildiğimiz ve hep gördüğümüz üç takım ise bunun sıkıntısını en çok yaşayan üç camia olmuştur son abartılarda. İşte o; takımını çok sevdiğini sanan Beşiktaş-Ankaragücü-Bursaspor'un edebi yansımasıdır ol hikayat..
Düşünmeyen, idrak sorunu yaşayan ve sayısal yoğunluğu bir güç sanan seyirci guruplarınadır lafım...
1920'lerde dünyadaki tüm fizikçiler uzayın ve evrenin dengesi ile sınırlarını çözmeye uğraşıyordu. Bunu; henüz 25 yaşında ve sadece boş zamanlarında fizikle uğraşan İsviçreli bir patent memuru çözebildi. Eğer Einstein futbol maçlarına gidip bağırıp çağırmayı seçseydi ve başkanını istifaya davet edip hocasını göndermeyi meslek edinseydi, seyredenin içini boşaltan televizyon programlarına esir düşseydi, halimiz nice olurdu bugün?..
Sadece bir büyük takım yenmek ve komplekslerinin içini doldurmak yerine, kendine kanka ilan ettiği takımları yenmeyi hedef seçseydi, ya da iki dakika önce gönderdiği hocasının sıkıntılarını bilemeden aniden gelen beklenmedik galibiyet golü sonrası "yüzsüzce" kıvırtmasaydı daha doğru davranmış olmaz mıydı?..
Organik kimya eğitimini kimse sevmez ama birilerinin de onunla uğraşması gerekir. Kimilerinin piyano çalması, kimilerinin ağaç kurutması gerekir keman yapılması için. Kimileri pazarda bağırıp sebze satacak, kimileri reklamlara slogan üretecek. Seyirci transfer yapıp, oyuncu göndermeyecek. En fazla beyaz bir mendil sallayacak kadar yetkisi vardır tribündeki adamın.
Bir şeyi çok sevmek, sevilene mi, sevene mi haksızlıktır?..
5-0 öndeyken kaçan 6. golü yuhalamak, veya sadece 4 büyük takımı yenmekle zevkin doruklarına ulaşmak, kendini takımın sahibi sanmak, 30 lira bilet parası verip rakibinin kafasını kırmayı denemek ortaçağ vahşetidir.
Hayatı para ve onun doğurduğu krizlerden ibaret görmek yerine yenilirken ve kaybedilirken bile bir şeylerin kazanılabileceğini bilmek, krizi bile bir "hediye" olarak kabullenmek bir tevekkül değil bir erdem olabilir.
Galileo'nunki "ihtimal" değildi
Engizisyon mahkum ettiğinde mahkemeden çıkarken mırıldanıyordu Galileo... "Dünya hâlâ dönüyor ama" diyordu mahkemenin isteği doğrultusunda dünyanın dönmediğini ve yuvarlak olmadığını söylediği halde.
Takımını eleştirmek, namusun töre yasası gibi cezalandırılırken, kendisinin ana avrat sövmesi ve bir çuval inciri bozması "ucubeliktir" bana göre. Steinbeck'in Lenny karakteri bile daha erdemlidir onlardan.
Bakın...
Yılbaşında çeyrek biletle ikramiye kazanma şansı 30 milyonda birdir...
Bugün başınıza yıldırım düşme ihtimali de 30 milyonda birdir...
İkisi de bana ait değildir.
Ancak, çok sevdiğim ve özlediğim ama kendime ait nedenlerle bir süredir göremediğim kızıma kavuşmam bana ait bir ihtimal zincirini barındırır. Eminim bir gün 30 milyonda bir ihtimalden çok az olduğunu göreceğiz.
Sevmek, beğenilerinizin örtüşmesi değil, sorunların örtüşmesi, aynı şeyleri sorun edebilme yeteneğidir. Kendi sorununu dile getirmek yerine takımının sorununu dile getiren aşıktır renklerine beyler...
Küfür etmek için 450 kilometre gelmeyi göze alan Ankaragücülüler, Bursa'yı herkesin başına her an yıkabileceğini sanan Bursalılar, sürekli sıkıntı üretip kendilerini tatmin etmekten başka bir işe yaramayan sloganları tribünü ikiye ayırıp haykıran ve o arada göz göre göre giden maça sırtını dönenleredir lafım...
Bütün bu kirliliğe rağmen ben 35 yıldır evime ekmeğimi sokan bu futbolu çok seviyorum.
Birkaç kendini bilmez yöneticinin, birkaç baldırı çıplak taraftarın, birkaç da gariban hakemin onu bozmasına izin vermeyeceğim.
>> S-ÖZ
"Kapı ağzında oturuyor ama başköşedeki sedirden konuşuyor..."
Bir Sivas deyişi
>> POST-İT:
Acaba?..
Aragones başında olduğu için mi İspanya Avrupa Şampiyonu oldu?..
Yoksa İspanya Avrupa şampiyonu olurken başında Aragones mi vardı?..
Doğru cevabı "YUH" yazıp boşluk bırakarak 2536'ya...
>> Ballack mı?.. O da kim?..
Şu koşma kilometrelerine aklım ermiyor bir türlü...
Bakıyorsunuz ki sahada öylesine dolaşan biri 10 kilometreyi geçmiş. Bu iş oyuncuya bir çip takılmadan tespit edilemez ki; ona da mevzuat müsaade etmez.
Geçenlerde Alex sahadan çıkıyordu ve ekranın altına bir yazı bindi.
10.375 km...
O kadar koşmuş.
Ertesi gün Ballack 90 oynadı, bir attı bir attırdı ve altında maç bitiminde altında şu yazıyordu:
"11.220 km..."
Yani bizim Alex 70 dakikada yakalamış Balack'ın 90 dakikalık mesafesini...
>> Orhan Boran - Halit Kıvanç
Ali Kırca güzel iş yaptı...
Radyo günleri başlığında bir araya getirdi iki efsaneyi...
Geçmişin yayıncılığından çıkarılacak kocaman dersleri küçücük anekdotlarla aktardılar. Gözümü bile kırpmadan izledim. Huşu içindeydim.
Ancak...
Bir resme dikkatinizi çekmek istiyorum.
İkili planlarda arkada resmi olan efsanelerin arasında bir Metin Oktay duruyordu.
Demek ki; futbolda kalıcı olmak sadece atılan gollere ve birkaç asiste bağlı değil.
İnsan olmakla ilgili bir şey.
Günümüzün kirliliğinin ve sizlere yapılan kötülüğün dillendirmekten çok daha fazlasını söyleyen bir kareydi o.
Gece boyunca asılı kaldı geleceğimizin resminde.
Mutluluğun resmi yapılmıştı o gece...
>> "İnat da bir murat"... "Gökten kasnak yağsa biri başına geçmez"... "Giydiğim tafta, oturacağım bir hafta"... "Yol çalısız, el delisiz olmaz"...
Dört Sivas deyişi...