Dün yemek için bir araya toplandılar. O muazzam, zamanlaması harika ve bir densizlik alâmeti olan yemek, genelde güzel geçti. Başkan, başkanlarla yemek yedi. Muhtemelen servisi aldıktan sonra ve soğuklar biterken önce biraz havadan sudan konuştular. Hepsinin başkanı olan başkan, biraz çekinerek başladığı sohbette ortamı yumuşatmak için iki de Gürcistan anısı sıkıştırdı araya. Sonra, "konuya girersek" dedi ve sanırım bir ricada bulundu... "Ortam çok gerili. Cemaat davul gibi" gibilerden nabız yokladı, ara sıcak gelmeden önce. "Evladım başkanın içkisini tazele" derken biraz da küfürden söz etmişlerdir. Anadolu takımları birbirini yerken, başkanlar üstü başkanın yemeğinde, bizim başkanların ilk çıkışları da bu arada geldi... "Ama benim iki kornerimi vermediniz." Ya da... "Anadolu takımları da para alsın istiyoruz. Ama..." Belki de... "Ancak ben şampiyon olursam lig âdildir" gibi... Sonra ana mönüye geçilmiştir. Bu sıralarda büyük ihtimalle havanda da bolca su dövülmüştür ve ne başkan verdiği yemekten, ne de başkanlar yedikleri yemekten bir şey anlayabilmişlerdir. Arada kimse tuvalete kalkmamıştır ki; kendisi orada yok iken arada iş bitirmesinler, ikili - üçlü markajlar oluşmasın ve esas başkanı kafaya almasınlar diye. Ş'eettirilmemek için çişini tutmuştur bazı başkanlar. Bu nedenle ya beşli gitmişlerdir ara tuvaletlere, ya da yemek bitiminde hep birlikte. Bir ara, "şu bizim cezayı fazla kesmiştiniz ama" gibi sözler de sarfedilmiştir, enginardan sonra et yemeğine geçerken. Sos servisi yapılırken de, "korkma başkan, biz camia olarak arkandayız" demeye de başlamışlardır tahminimce. En tehlikelisi de bu sonuncusudur. Çünkü ilk darbe buradan gelecektir... Başkanlardan biri diğerinin salatasına yanlışlıkla hamle yapmış da olabilir. Ya da ekmeğini çalmış... Muhtemelen esas ve ana başkan şunları söyleyememiştir: "Sizler demeçlerinizle camialarınızı besliyorsunuz. Bunu anlıyorum. Etrafınızda da sizi anlayacak ve düzeltecek, ya da 'Böyle konuşmamalıydınız başkanım' diyecek birileri yok. Sadece 'İyi dedin başkan' diyenlerle örülü ve örtülüsünüz. O nedenle söyledikleriniz genele zararlı ve sadece size yararlıdır. Yalnızca camianız için hoş ve şirindir. Bundan vazgeçelim." Bunları söylemek yerine, "Biraz daha peynir takviyesi alalım mı?" dediğini öğrenmiş bulunuyorum. Tatlıya geçildiği zaman konu biraz dağılmış ve havuzun pay edilmesine de geçilmiş olabilir. Ama büyük bir ihtimalle, kaymaklı ekmek kadayıfı yasak olmasına rağmen bir çatal alan bir başkan, bundan yana gözüküp yine de bu konuyu şık dursun diye söylemine taşıdığını gizleyememiştir. Sanıyorum kahveler geldiğinde başkanlardan biri şöyle dedi... "Bizde küfür olmaz. Biz yasakladık." Bir diğeri de ona destek vererek katılmıştır konuya... "Bizde kulüplere küfür olsa da, hiç bir başka başkana küfür olmaz. Camialara olabilir ama biz şahıslara küfür ettirmeyiz." En büyük başkan da bu arada belli etmeden kahvesini çevirmiş olabilir ve amacı bir ara çaktırmadan Yunanistan maçının falına baktırmak için yanında götürecek olmasıdır bunun nedeni. Yemek, "aferin sayın başkanlar" diye sona ermiştir. Yani anlayacağınız, beş büyük başkan yemek yedi. Hesabı orada olmayan kulüplerin başkanları ödeyecek. Yemek bitiminde çıkarlarken, en centilmen başkan kapı ağzında Kayseri'deki iki penaltının verilmemesini dile getirmeye çalışırken, bundan işkillenen zirvedeki bir başka başkan araya girip, "Arabanız var mı, sizi ben bırakayım" demiş ve konunun konuşulmasını engellemiştir. POST-İT Bir dahaki deplasmana giderken cep telefonunu evde bırak. Tercümanınkini kullan. Onunki daha ucuz. Hem böylece el alemi fırçalayıp takımı germemiş olursun. (Gheorghe Hagi) Kız meselesi!.. İşin doğrusunu sadece bu gazete ve Engin Atay yazdı. 100. yıl şamatasına uğramadan, iki yıl önce ortaya atılan ve resmi olmayan bir kararın yürürlüğe konulduğunu yazdı. Büyükler müessese takımlarına aksesuar olmak istemiyorlardı. Bir çok amatör şubeye bakmak ve spor yaptırmak zorunluluğunda olan büyük kulüpler, sadece bir basket takımı kurup, "ürün reklamı" yapmaktan öteye başka kaygısı olmayan müesseselere çerez olmaktan vazgeçmişlerdi. Üstelik salonlara seyirciyi de onlar getiriyordu. Üç Büyükler salondan çekilse, Efes - Ülker finali fabrikadan getirilmiş yüzer taraftara oynanır. Onlar da aslında bu büyüklerden birinin taraftarıdır da, tişört ve bayrak karşılığında bağırmaktadır müesseseye. Bu adalet mi peki? Efes ve Ülker bayan takımı kursun, o zaman görelim ve eleştirelim G.Saray'ın kurduğu bayan takımının küme düşmesini. Ülker niye kürek ve Efes niye yelken şubesi kurmaz da, G.Saray'dan amatör şubeye yatırım yapması beklenir? Tabii nasıl amatörlükse... Altı ay için bir kaç yüzbin dolar alan Amerikalı amatörler!.. İki milli ipucu!.. Mükemmel ayrıntıda gizlidir. Tabii şeytan da. Şimdi ortalara çıkıp bolca dolaşan Ersun Yanal için bir ipucundan söz etmek istiyorum. Gürcistan karşısında ilk golü atıyoruz. Topçular sahanın kenarına doğru koşuyor. Hocaları kendisine sarılacak zannederken, topçular kulübeye bir - iki metre kala birden bire duruyor ve birbirlerine sarılıyor. Hocaları da koşup onlara. Topçular hocalarına değil, birbirine... Hocalar ise bir birine sarılan topçulara... Defalarca seyrederseniz, vücut dilinin ne dediğini anlarsınız. İkinci milli ipucu da kavgayı körükleyenlere. Koray en kritik golü şahane bir vuruşla tabelaya yazıyor. Kenara koşuyor. Kimin kucağında hatırlıyor musunuz? Ayhan Akman'ın... Beşiktaş seyircisinin dava etmeye çalıştığı Ayhan'ın kucağında, Beşiktaş'ın milli yıldızı Koray. Onlar kayıkçı kavgasını inkâr ederken, hocaları yine yalnız sevinmekte. Kafama takılanlar!.. G.Saray'ın yeni formayla tarihi oyuncuları toplayıp yapacağı kutlamaya, yeni formanın ilk maçının kayıpla başlamasından çok Fatih Terim daveti meselesi açısından bakmak istedim. Bu düzeyde futbol adamları çıkıp futbol oynamazlar. Çünkü onlar "eski topçu" olmaktan çok öteye, "efsane" olmuşlardır. Vücudunun standart futbol oyununa müsaade etmeyeceğini bilir. Topa vurur, top gitmez ve buna gülünür. Ayrıca çok iyi bilir ki, topa basıp düşse, en az beş yıl seyrederiz bu görüntüyü. Fatih Terim, kenarda olsa tribün elektriğini üstüne çekmeyi de istemez. Bu durumda merkez olmaktan kaçacak kadar zariftir ve G.Saraylı'dır. Turgay Kıran onu çağıracak kadar hakikatli ve nezaketlidir ama o da, hele şu son telefon olayının ardından oraya gelmeyecek kadar iyi bir G.Saraylı'dır. İnşallah tribünde oturtmayı başarırlar imparatoru. *** Bu hafta önemli maçlara eski hakemler sürüldü. Cephede siperi onlara kazdırdılar. Gençler ise erken verilen bol gazla, yolda kalmış tüplü arabaya döndü. Onlardan araya girenler mesela Samsun'da açık bir katliam yaptı. Oysa bazı insana hata yapmak bile yakışır. Çünkü onun yaptığı "hata" olarak kalır. İşte o zaman hata insana mahsus olur. Elazığ - Sivas maçında Selçuk Dereli'nin olaylara hakimiyet ve yönetim kalitesini gururla seyrederiz. Kendisi UEFA'nın ikinci sınıf yetenekli hakem programına alınmıştır. Tatlı ve Papila da durumu kurtaran isimler olmuştur. Beni yanıltan İsmet Arzuman'ın, kendisinden hiç beklemediğim bir tavırla "sahibinin sesi" gibi düdük çalması olmuştur. Ya da düdük çalmaması!.. Cüneyt Çakır da genç hakemlerin arasına katılmış ve sadece kural uygulamıştır. Çünkü ağabeylik yapacak durumu yoktur gençlerin. Oynayanlardan bazıları bu gençlerden yaşça büyük olduğu sürece aşının tutması bana zor geliyor. *** Sevgili Savaş Ay'ın Sabah Gazetesi'ndeki köşesinde bulunan logo - resim ne anlama geliyor? Herkes gibi ben de A harfi yapmış diye düşünüyorum. Hani sol elinin işaret ve orta parmağını yukarıdan aşağı iki çatal şeklinde tutup, sağ elinin işaret parmağıyla A harfini tamamladığı şu resim. Televizyon cambazı dostum bana kızmaz ama, bu resim acaba bir başka hareketten bir saniye önce çekilmiş olamaz mı? Acaba bu resimden sonraki üçüncü kareyi ne zaman yayınlayacak? *** F.Bahçe çok başarılı bir takım, o nedenle kıskanılıyor. Bu F.Bahçeliler'in genel kanısı. Doğruluk payı da bir hayli fazla. Ama F.Bahçe'nin önerisi kabul edilse, G.Birliği, Çaykur Rize ve Denizlispor gibi takımlar daha çok para alacakmış. Klasman başarısı geçerli olsa, onlar aldıkları parayı artıracak tamam ama, "reyting artı para" nedeniyle F.Bahçe "daha çok" artıracak. Peki neden bu klasman başarısını Avrupa başarısıyla harmanlamak, ligde ve Avrupa'da maçlara zorluk dereceleri koyup, ona göre puantaj yapmak F.Bahçe'ye sıcak gelmiyor? Avrupa'da atılan gol, Avrupa'da dışarıda atılan gol, ya da alınan puan gibi "ince hesaplar" koymayı öneremiyorlar? Çünkü hep bana, Rab bana... *** Bu hafta Fatih Tekke ile Hakan Şükür'ün birbirleriyle maçı var. Ersun Yanal maça gelir mi acaba? Hiç sanmıyorum... Milli hocamız her halde yine ev taşıyacaktır. Alooo.. Hagi orada mı? Kayseri'ye indikten sonra Hagi'nin telefonu bir süre "ulaşılamıyor" verdi. Zaten Kayseri'de Hagi hep, "kapsama alanı dışında" kaldı. Her sarılanın sevgiden ve öpmek için sarılmadığını en iyi Hagi'nin bilmesi gerekir. Ama telefonunu ceketinin değil de paltosunun cebine koyduğunu da... Bu aralar Hagi'yi sakın aramayın. Telefonunu her an bir yankesici açabilir!.. Ya da ararsanız, kendi cebinden değil, paltosunun cebinden arayın!.. İsmet Arzuman acaba GS galibiyeti hak etmedi diye mi iki penaltı çalamadı? O hakem mi, hakim mi?