Yurdum insanı ebleh mi?..

A -
A +

Yazımın tepesinde bağırarak sormam gerekiyor: "RTÜK uyuma!.." diye. Bu nedenle yazıyı da kendi içimdekileri dökerek ve kolay anlaşılmasını umarak değil, bana ait düğümlenmiş kelimelerle yazmak istedim. Hani derler ya, "Merdiven çıkarken sakız çiğnenmez" diye. İşte onu anlatacağım şimdi. Türk televizyonculuğu Türk'ün kültür düzeyini yansıtıyor dersem, "yansıtmak zorunda mıdır" diyerek karşı çıkma hakkınız mükteseptir size. Dünyayı yakalayıp Avrupa'ya girmenin, "bodoslama" yoludur artık diye bulunan kılıfa, benim minarem sığmıyor bir türlü. İşte içine düştüğümüz durum.. Son 7-8 yıldır, "haberi vermek" yerine, "haber oluşturup onu vermek" eğilimi eyleme dönüştü çoktan. Şimdilerde yüzde elli "ne olup bittiği" haberine razıyız çoktan, yüzde elli "haber olabilecek bir şeyler üretip" vermelerini izlemek yerine... Haber bile, "prodüksiyon - canlandırma - oluşturma" arasına defnedilmiş. Programlar ise önce kahraman üretiyor, sonra bu kahramanların göz yaşları ile sergiledikleri her türlü dellenmelerine, "ballı saatler" dediğim gecenin göbeğini ayırıyor. Kahramanları değil, "yapılmış ve tayin edilmiş" kahramanları yayınlıyor bize. Önce bir takım kızları, adamları, potansiyel kaynanaları, Caner'i, Ata'yı, Semra'yı ve onların bilumum akraba-i tâlukatını kahraman yapıyor, sonra da biz atanmış seyircilere; çoktan tayini ekrana çıkmış ve televizyon seyretmekten hayat riskine girmiş, ekrana şaşı bakan biz kurbanlara sunuyor. Buluyor bir manken veya şarkıcı, diyor ki; "de bööle bi lâf" ya da, "sallayıve gııı şuna". O şahısları programlıyor ve yayınlıyor. Sonra da gidip öbürüne, "sana şööle deyivediler" diyerek cevabıyla üç beş bülten, ya da sekiz on sabah programını, araya da sıkıştırabileceği bir kaç kadın kuşak şovunu toparlayıveriyor. Sporda, popüler kültürde, halk arasında, bir eve topladığı insanlarda önce kavgayı fiştekliyor, sonra da bunu bizlere yayınlıyor. Spor programında ağzına geleni sallayan bir yana, hayatın içinden çıkıp gelen, kocasıyla kardeş olmuş, üstüne kuma gelmiş, çocuk doğuramadığı için evden atılmış kadınlar ortalıkta dolanıyor. Yılbaşı gecesi iki Hırvat kızının Taksim Meydanı'nda uğradığı, "yüce Türk erkeğinin toplumsal katliamını" hababam de babam yayınlamak bir televizyoncunun kafasına tanga külot geçirilmiş olarak dolaştığını göstermez mi? Hasta bir çocuğa ve hastane odasına naklen yayın cihazı gönderip, hastaneye gelişinden 60 saat sonra bile hâlâ takılı olan solunum kolaylaştırıcı cihaza inanmamı bekliyorlar. Eğer ona inanacaksam, onun doktorunun bu durumdaki bir hastaya canlı yayınlanabilecek bir göz yaşı şovunun izin vermesini hipokrat yeminini tek ayağını kaldırarak ettiğini düşündürmez mi bana? Ben bunu aymazlığa bağlıyorum ve bunu salya - sümük seyrettirmenin "bir bedeli olmalı" diye düşünüyorum. Cümlem uzun, karışık ve anlaşılması zor oldu ise bir de şöyle tekrarlayayım: "Yaptıkları, yayıncılık sorumluluğuna sığmaz.." Sanırım şimdi anlaşılır oldu. Meğer ise "horozla yatıp horozla kalktığım" zamanlarda ben ne kadar mutluymuşum. O zamanlar "prime time" denilen gecenin verimli ve bereketli saatlerinden bi habermişim. Bugün bir televizyon kurmaya kalkana önerim, logosunu YDDO koyması olacak. "Yedi Deliler Dokuz Oturaklılar.." Bu televizyonlar beni tavlamaya çalışıyor ve kültürel dünyayla göbek bağımı dişleriyle koparıp atıyor. Yurdum insanını daha jenerikte ebleh kabul ediyor. Haberi de yapıyor... Programı da yapıyor... Bunları vermiyor, üretip yayınlıyor. Türkçe zaten Hürmüz'e dönmüş ve yedi kocadan hamile. Ama bunlar hâlâ yapıyor. Beni de... RTÜK'ü de... S-ÖZ Cehaletin mutluluk olduğu yerde, bilgili olmak aptallıktır. POST-ITFatih Akyel ne yer ne içer? Nerededir? Nasıl susturuldu? O Hooijdonk'a takmıştı, arkadan Daum da taktı ve Akyel haklı çıktı. Bu konuyu araştır. (Ümit Aktan) Esra Balkanlı Yılmaz Bu genç kız, TGRT'nin haberi göbekten vurduğu haber kanalı olan TGRT Haber'de haber okuyor. Farketmeyenlere şöyle hatırlatayım; Ornella Muti'nin çok daha güzeli. Ama daha önemlisi sesi mükemmel bir yerden geliyor, sakin ve duru bir Türkçe'yle mükemmel ve çok doğru haber okuyor. Mimik ve jestleriyle de zirveyi zorluyor. Elimizde kalmış bir kaç iyiden biri olduğunu düşünüyorum. İnşallah kıymetini biliriz. Hagi gülerek ısırıyor Geçen hafta, "gölgesiyle kavgalı adamlardan" başkan Aziz Yıldırım'ı yazmıştım. Bu hafta, "gölgesine basmaktan korkan" bir başka adam Hagi'ye dokunalım. G.Saray "patinaj" yapıyor. Yerinde "eşelenip" duruyor. Sarı-kırmızılı kulüpte "mim tiyatrosu" oynanıyor. Nehir yukarı, kaynağına doğru kürek çekiyor. Hagi de konuşurken doğal olarak saçmalıyor. Söylenen şeyi aynen kabul etmeyin ve satır arasını okuyun, o zaman onu daha iyi anlarsınız. Her mevkie adam istemek ve sürekli şikayet etmek, olası bir saha içi başarısızlığına kılıfı hazırlamak olarak algılanıyor tarafımdan. Adam kavga ediyor. Bahaneler hazırlıyor şimdiden. En büyük melânet bu kadro ile, bu yönetim ve bu teknik ekip ile skor ve puan cetveli başarısının gelmesinde yatmaktadır. Rakipleri skandaldan maddi - manevi başarı üretiyor, G.Saray ise başarıdan skandala sürükleniyor. Unutmayın, nehir yukarı kürek çekenlerin yerlerinde kalabilmeleri bile başarıdır. Belki de adam, "yerim dar, oynamam" diyor. Belki de "oynamasın" diye yerini dar tutuyorlar. Ama bir yerde küçük bir haksızlığı da düzeltelim. Antalya kampı için anlaşılan otelin değiştirilmesini, Bursaspor ile aynı otelde kalmak istememesine bağlayıp Hagi'ye mâl ettiler. Oysa Hagi, sağlıklı bir kararla bayramda oynayacağı kupa maçında herkesin görmezden geldiği rakibin Bursaspor olduğunu ve bu nedenle kamp yerinin değiştirilmesi gerektiğini sezonun en doğru kararı olarak vermiş ve kupayı çok ciddiye aldığını göstermiştir. Denizli'den derinlemesine PAS'lar Mustafa Denizli için Türkiye'de deniz bitmişti. Gidecek başka takım kalmamıştı. Milli Takım da zaten çalışmıştı. En doğru kararı verdi ve "küçük denizin büyük kahramanı" olmaya gitti. Son yılların en ilginç ve en yararlı kültür alış verişini başlatıp, kültür akışını sağlamaya gitti. Mustafa Denizli, Aachen denemesinden daha olgun bir dönemde İran'a gitti. Bıkmaz, buraları özlemez ve Çeşme'deki oteline dönmek istemezse, bu alış veriş İran'ı Türkiye üstünden Avrupa'ya yaklaştıracak ve hiç beklenmedik bir "marketing" olayı haline dönüşecektir. Cümbüş Yapılacak yeni programda bir eve kapatılması gereken kadroları size sayıyorum. Aşağıdaki isimleri gruplar halinde bir eve sokun ve seyreyleyin cümbüşü. Daum - Hooijdonk - Fatih Akyel üçlüsü. Hagi - Baliç - Ümit Karan üçlüsü. Ersun Yanal - Hakan Şükür çifti. Levent Bıçakçı - Mutlu Çelik - Bülent Uzun. Veeee. Del Bosque - Nevzat Demir - bilumum Yeniköylü kasaplar. Nasıl ama?.. Caner ağladı, Tülin yok. Caner bayıldı, Tülin yok. Komadaki Caner'e hastaneye bağlandık, Tülin yine yok. Bir dahaki bağlantımız MORG olmasın reyting uğruna!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.