Şimdi bakın, Beşiktaş Seba ile bir dernek olmaktan çıkıp, profesyonel bir yönetimi olan bir şirketleşme ve kurumlaşmayı gerçekleştirmek için sabırlı adımlar atıyordu. Bilgili'yle bunun gelişmesini tamamlayıp sonuçlarını almak üzereydi. Ancak bu konuda adımlar atarken hocaları yanlış olduğu için yüzeysel ve haftalık düşünen bir adama mahkum oldular. Ayak uyduramadılar ve elendiler. Hocaları elenirken takımı da peşinden sürükledi... Takım da kendisini yönetenleri... Oysa onlar takımın değil, dernekten şirkete dönüşmüş başarılı bir holdingin profesyonel yöneticileriydi. Ona rağmen elendiler. Saha içi başarılar bir kez daha öne geçmişti. Basketbol takımı, futbolun profesyonel girdileri, 3-5 donu düşük esnafa yenik düştü. Şimdi tekrar mahalle futbolunun "Nassı yendik ama" şeklinde bir tarza bürünüyorlar. "Mahallenin şık bir abisinin" en büyük murahhas üye olduğu bir yapılanma başlıyor. Zaten işin içine mafya unsurları çekilerek ve Bilgili'nin yaptıkları değil de gelişi sorgulanarak bunalımı kendileri çağırmışlardı. İki baldırı çıplağın küfüründe de gittiler. Haklı çıktığına belki de en çok üzülen Ahmet Çakar olmuştur. Beşiktaş'ın başına kim seçilerse seçilsin "Fil züccaciyecide elini kolunu sallayarak dolaşmaktadır." Şimdi bakın, G.Saray'da büyük başarıları büyük girdilere dönüştürememenin sıkıntısı hâlâ sürmektedir. Dört yıllık bir kupanın maketini satarak para kazanmaya ve G.Saraylı belediye başkanlarına sığınmaya çalışmaktadırlar. "Mahalle takımının şık hamileri" durumunda bir başı bozukluk seziliyor. Kendilerinin bilmediği ve beceremediği "Sokak terminolojisini taşaron tutarak" halletmeye çalışıyorlar. Lisenin düzeyi ile Gürsoy'un dengelemeye çalıştığı kahvehanenin düzeyi... Belden aşağı vurmanın ve faullü dövüşmenin göbek taşına uzanmışlar ve natırın "Yüksek lisans yapmış bir master sahibi" olmasını istiyorlar. Eee... Olmuyor tabii... Bu tarz, züccaciyecide dolaşan başka bir fili işaret etmektedir. Şimdi bakın, F.Bahçe günlük yaşamın ve başarının tezgâhından bilimsel ilerleme yapmayı bugüne kadar bir türlü tornalayamadı. Sevincini de, hüznünü de doruklarda yaşadığı için, ya çok yukarılarda uçuyor, ya da kendi sandalyesini kendisi tekmeliyor. Şampiyonluğu hiç bir zaman araç olarak görememenin derdini yaşıyorlar. Araç trafiğine ayak uydurdular bu kez ama geçmişte motorsiklet ehliyeti olana TIR kullandırdıkları için hâlâ daha kayıplarını telafi etmeye çalışıyorlar. Şimdi önlerinde bir fırsat daha var. Şayet bunu doğru kullanırlarsa "Basit bir tezgâhtar koca bir mağazayı" satmış olacak. Ama şayet bunu da yanlış kullanırlarsa... Züccaciyecideki fili görün o zaman... Şimdi bakın, Şu sıralarda Trabzonspor doğru yapılanmanın eşiğini atlamış ve her gün "üstüne" koymaya başlamıştır. Türkiye gibi değerlerin bir günde bile bir kaç kez değiştiği bir ülkenin yalnız takımı olmak dışında tek engelleri Trabzonspor taraftarıdır. Kontrolsüz bir güçtür Avni Aker... Bu gücü takımın arkasına çekmeyi başarırlarsa ve bir annenin evladına duyduğu "koşulsuz sevgiyi" sağlarlarsa, önlerinde zor durulur. Biliyorsunuz ki, dünyanın her hangi bir yerinde bir genç ölse, bir de anne ölmüş demektir. Trabzonspor bunu kontrol etmeyi öğrenecektir. Altyapının başına geçen ve Fransız modelini başarıyla devşiren "Başbakan Lemi"ye desteklerini ve sabırlarını sonsuz dökerlerse, geleceği en parlak büyük "son büyük" olacaktır. Aksi taktirde... Fil zaten züccaciyecide dolaşmaktaydı... İki gözüm!.. MHK yeni bir başkan bulmak üzere... Biz de bu arada "Çok şükür" diyerek ligimizi "Yerli montaj sanayii"ne çeviren ve uluslararası platformda FIFA klasmanı yedincisi bir ülkenin hiç bir hakeminin boy gösterememesinin temel nedeni olan Bülent Yavuz'dan kurtulacağız. Oğuz Sarvan, Ali Aydın ve keşke Hilmi Ok... Hangisi gelirse gelsin "Herşey çok güzel olacak" şayet bir yerlerden delmeyi başaramazsak. Dünyanın hiçbir yerinde yapılmayan "Pozisyon tartışmaları programı" sona ermediği sürece bu delme işlemi devam edecektir. Dedikoducu orta yaş emeklisi gibi bir kahvehanenin "Pişpirik molasında futbol sohbeti" yaparcasına "Bak hakem taçı yanlış veriyor. Al bi daha geriye Uğurcuğum" düzeyindeki spor programları, başkanı kim olursa olsun hakemlerin dibini oyar. İnsanları zarif görünmeye çalışarak kışkırtmak, yani ekranda "riya yapmak rüya görmektir." "Zerafetten yana gibi görünüp, camiaya geçirmek" felsefesi içinde sağlıklı bir hakem yapılanması gerçekleşemez. Bu programlar insanları kulüplere, kulüpleri kulüplere, yöneticileri hakemlere "saldırma gazıyla" donatmaktadır. Dünya canlı maç yayınında bile pozisyon tekrarından vazgeçmişken, bizim maç sonrası kurtlar sofrasına buyur ettiğimiz futbol ve onun hakemi asla verimli olamayacaktır. MHK Collina'yı da getirse başına... Türk hakemi sahada yine tek başına... Bu tür programlar yapıldıkça bu işini dibi çıkmaya devam edecektir. 20 kameralı, bol ağır çekimli ve çok açıdan yapılan incelemeler bir taç atışını bile büyüteç altına alacaktır. Ama bir hakemin hâlâ iki gözü vardır. İki çeşme!.. Kaşarlanmış amatörler!. Angarya kampını gelişmek için kullanan mevcut duvarın üzerine sıvayı sağlamlaştırarak tuğla ekleyen, harcını hilesiz kullanan Ersun Yanal'ı daha şimdiden kutlamam gerek. Türk'teki isabet Şenol Güneş'in boşluğunu doldurmuş ve Yanal hoca bizi serinletmiştir. Doğru tektir.. Aynı takıma iki farklı konsept ile çıkmak ve radikali kendine kullanmak bir özgüvendir. Bir zenginliktir. Maça göreliktir. Letonya hatasını reddetmektir. Ersun Yanal da tek olan doğruyu uyguluyor ve Milli Takım'ı "Pazar günü Sultansuyu Çayırı'na maç yapmaya gitmiş bir havada ve kazanmak için oynayan kaşarlanmış amatörler harmanıyla" sahaya sürüyor. Zevk aldıkları için zevk de veriyorlar. Futbol dışı dünya!. Yaz geldi ya!.. Ortalık bikiniden geçilmez oldu. Bir habere göre kadınlar bikini modelleriyle ve renkleriyle birşeyler söylemek isterlermiş. Vallaaa!.. Ne söylemek istediklerini bilemem ama erkeklerin yanlış anladığı kesin. KARA KUTU 1905'te kurulan Galatasaray tarihinin en büyük başarısında imzası olan Fatih Terim ile 1923'te kurulan federasyonun en büyük başarısında imzası olan Şenol Güneş'in kapı önüne konuşlarının "DOKUZUNCU HAFTASI" doldu.