Türkiye, zor günler yaşıyor. İşyerlerimizde ve mutfaklarımızda yangın var. İşsiz sayımız, gün geçtikçe azalacağına çoğalıyor. Siyasi hayatımızın da huzurlu olduğu söylenemez. New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'nin terörist saldırılarına uğraması, ülkemizi de büyük sıkıntıların içine doğru çekmekte. Bütün dünya devletleri gibi Türkiye de, beklenmedik olaylar eşiğinde. Ancak bu zor, bu ağır, bu sancılı devrede, gözümüzden kaçan veya üzerinde yeterince durmadığımız bir başka felâketimiz daha var: Türkiye, büyük bir manevî buhran içinde. Dilimiz, şiirimiz, musikimiz, zevkimiz, hassasiyetimiz, edebimiz edebiyatımız, her gün kan kaybediyor. Türkiye, evvel emirde, bu manevi buhrandan, bu irfan-kültür yangınından kaçmak mecburiyetinde. Türkiye bu köksüzlükten silkinip kurtulmadan iktisadî hayatımızdaki zorlukların üstesinden gelemez. Bazı ilim adamları diyorlar ki: "Millet edebiyatı olan bir büyük topluluktur" Edebiyatın ise temel malzemesi dildir. Dilimiz, bizim varlık sebebimizdir. Dilsiz, edebiyatsız bir millet olabilir mi? "Olmaz" diyenlerle beraberim. Dil zenginliğini kaybeden bir millet, meydan muharebelerinden büyük hezimetlerle çıkmış ordulardan farksızdır. Bütün bu cümleleri Mahsun Kırmızıgül'ün bir TV programını seyrettikten sonra yazıyorum. Yüreğim anlatılmaz bir hüzünle dövünüyor. Önce Mahsun Kırmızıgül'ün çok büyük duvar reklamları dikkatimi çekti. İstanbul'un hemen her semtine onun kocaman resimlerini yapıştırdılar. Ay çiçekleri içinde, ellerini gökyüzüne doğru uzatan mahzun bir adam. Gökyüzü şimşeklerle çatlamakta, milyonlarca ay çiçeği belki de bir damla yağmur beklemekte. Niçin bu şatafatlı reklâmlar? Genç adamın yakında çıkaracağı yeni bir albüm için! O yeni albümün ismi: Ülkem Ağlar. Sonra bir İstanbul gazetesinde, Ülkem Ağlar isimli parçanın sözlerini okumak bedbahtlığını yaşadım. Mahsun Kırmızıgül, her aklı başında bir vatandaş gibi, Türkiye'nin zorluklarına, talana, vurguna, soyguna isyan ediyor. İşçinin, memurun, esnafın çaresizlik içinde çırpınmasına üzülüyor. Rüşvet batağı ortasına çekilen Türkiye onun da yüreğinde acılar doğuruyor. İyi, hoş, güzel. Sanatın ve sanatkârın vazifesi, bu acıları çok seviyeli bir şekilde ortaya koymaktır. Ancak Mahsun Kırmızıgül'ün "Ülkem Ağlar" isimli parçası, söz ve müzik açısından, insanı ağlatacak kadar bir basitlik, bir kuruluk, bir zevksizlik içinde. Şiirin ve müziğin ne demek olduğunu birazcık bilenler, güftenin o vurgun yemiş gibi darmadağınık haline (on) üzerinden numara veremezler. Ancak (yüz) üzerinden (0.1)'lik bir değerlendirme yapabilirler. Hiçbir edebî kıymeti olmayan şu çiziştirmeleri sütunuma aldığım için okuyucularımdan özür dilerim: "Güzel ülkem olmuş rüşvet yatağı Devletimi sarmış tuzak yumağı Adam olan çalmaz, yemez haramı Bu nasıl adalet vay hakim baba Ağlar ağlar ülkem ağlar Ne hale düştük anamız ağlar. Korku, telaş almış bu güzel ülkeyi Yolsuzluklar sarmış dört bir yerini Hırsız adam olmuş ezer garibi Şikâyetim sana ey benim Atam. Ağlar ağlar ülkem ağlar Ne hale düştük anamız ağlar. Koltuk sevdasında hep aynı cambazlar Ekmek kavgasında yoksul insanlar Hey Allahtan korkmaz vurdumduymazlar Şikâyetim sana yüce Allahım. Ağlar ağlar ülkem ağlar Ne hâle düştük anamız ağlar. Ey benim insanım, ey benim halkım Daha geç olmadan artık uyanalım Yalana-dolana yeter kanmayalım Yarınlar bizimdir ey benim halkım. Nedir bu, şiir mi? Böyle bir söz kalabalığı zevksizlik tepişmesi karşısında milletçe oturup ağlamalıyız. Şimdi bana "Şarkı sözü başka şiir başka!" diyenlere söyleyecek sözüm yok. Çünkü Lokman Hekim diyor ki: "Cahilin sorusuna verilecek en güzel cevap susmaktır!" Şarkı sözünün de bir değeri, inceliği, doğruluğu, güzelliği olmalı. Mecbur mu Mahsun Kırmızıgül ve onun gibiler şarkı sözü yazmaya? Çünkü bunlar şiirin şeklini, veznini, kafiyesini, redifini bilmiyorlar. Mesela bu şarkı nakaratındaki "ağlar" kelimeleri rediftir. Rediften önceki kelimelerin mutlaka kafiyeli olması lâzım! Peki ülke ile ana kelimeleri birbirleriyle kafiyeli mi? Birinci kıt'adaki "yatak" ve "yumak" kelimeleri kafiye. Peki yatak ve yumak kelimeleri haram kelimesiyle kafiyeli mi? Ülkeyi/Yerini/Garibi kelimelerinde kök ülke-yer ve garip'tir. Bunların hiçbiri ötekisiyle kafiye değil. Diğer mısra sonları da böyle. Kökleri bir tarafa bırakarak eklerle kafiye yapanlar şiiri, kafiyeyi hiç, ama hiç bilmeyenlerdir. Bunlara önce yarım kafiyeyi, tam kafiyeyi, zengin kafiyeyi, redifi ve cinası anlatmak, öğretmek lâzım. Ülkem Ağlar parçasını, bizzat Mahsun Kırmızıgül'den bir TV programında dinledim. Müzik, sabunsuz kalmış bir kağnı mazısını hatırlatıyordu. İnce, uzun, sancılı bir feryat. Kötü altında kötü. Biz, millet olarak zevklerimizi, hassasiyetimizi ne kadar kaybetmişiz Allah'ım! Hayretle ve dehşetle gördüm ki, esasında kötü çok kötü bir ağıt olan bu parçayı stüdyoda dinleyen seyirciler, sanki: "Eminem Eminem çakır Eminem" türküsünü dinler gibi şakır-şakır şakır tempolarıyla dinliyorlar. İnleyen, sızlayan bir ağıda tempo tutanlar, bize, "Böyle kuşun böyle kanadı olur" değerlendirmesini hatırlatıyor. Mahsun Kırmızıgül'ün: Ülkem Ağlar parçası, Türkiye'de belki de yüzbin-ikiyüzbin satacak. Ama çok değerli bir şairimizin, bir edibimizin üçbin-beşbin adet basılan mükemmel bir kitabı, vitrinlerde beş yıl müşteri bekleyecek ha? Ve siz, edebiyatı, zevki, dili, edebi, irfanı böylesine çiğnenen bir ülkede siyasî ve iktisadî istikrar bekleyeceksiniz öyle mi? Bekleyin bakalım! Çok görürsünüz!