CHP Ankara Büyükşehir Meclis Üyeleri, şehrin büyük caddelerinden birine, Nâzım Hikmet ismini vermek istemişler. Doğrusu, bin yıl yaşasaydım, bizim başşehrimizin bir caddesine, hem de CHP tarafından Nâzım Hikmet isminin verilmek istenmesini hiç düşünemezdim. Çünkü Nâzım Hikmet, vatanını, oğlunu, karısını, şahsiyetini, sanatını komünizme feda eden bir adam. Nâzım Hikmet, komünist sistemin, kendiliğinden gümbür gümbür yıkılıp gittiğini görseydi, ya başına bir kurşun sıkarak intihar ederdi, yahut şiddetli bir kalp kriziyle mosmor kesilerek ağızsız-dilsiz kalırdı. Şu garip tecelliye bakınız: Nâzım Hikmet'i, komünist olduğu, komünizm propagandası yaptığı için CHP iktidarı döneminde hapse atıldı. Demokrat Parti iktidar oluncaya kadar hapis yattı. 1951 yılında, Moskova Havaalanında TASS muhabirine, göğsünü gere gere şöyle konuştu: "O kadar bahtiyarım ki! Ben Sovyetler Birliğinin çocuğuyum. Stalin, benim için çok mühimdir. Gözümün ışığıdır. Fikirlerimin kaynağıdır. Beni Stalin yarattı. Moskova'da, onun büyük ismini taşıyan üniversitede okudum. Her şeyimi ona borçluyum. O, yalnız bütün dünyanın en büyük adamı değil, şahsen bana aydınlık veren en büyük kaynaktır!" Stalin, bu dünyanın en kanlı diktatörü, 1953 yılında öldüğü zaman Nâzım Hikmet, Budapeşte Radyosundan ağlaya ağlaya şu şiiri okudu: "5 Mart 1953 / İlk önce kim kime metin ol kardeşim diyecek / İlk önce kim kime başsağlığı dileyecek / Hepimizindi o / Hepimizindir / Yoldaşlarım acınızı duyuyorum / Sizin duyduğunuz gibi / Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden / Tutuyorum kendimi / Aynı metanetle / Seviyorum onu Marks'ı, Engels'i, Lenin'i sevdiğim gibi / Aynı muhabbetle, aynı hürmetle" Nâzım Hikmet, dünyanın en inanmış, en büyük komünistlerinden biri idi. 1956 yılında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin 20. Kongresinde Nikito Huruşçev, bütün Sovyet yazarlarına ve şairlerine emir verdi: "Hepiniz Stalin aleyhinde yazacaksınız! Onun zulmünü lanetleyeceksiniz!" dedi. 1953 yılında Stalin'in ölümüne hüngür hüngür ağlayan adam, bu defa, "kendisini yaratan", gözlerinin ışığı olan Stalin'e şu mükemmel şiiri yazdı: "Taştandı, tunçtandı, kâğıttandı / İki santimden yedi metreye kadar / Taştan, tunçtan, alçıdan ve kâğıttan / Çizmeleri dibindeydik /... Yok oldu bir sabah / Yok oldu çizmesi meydanlardan / Gölgesi ağaçlarımızın üstünden / Çorbalarımızdan bıyığı / Odalarımızdan gözleri / Ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce / Taşın, tuncun, alçının ve kağıdın" Nâzım, eğer yaşasaydı ve Moskova ona emretseydi, Stalin'e yazdığı gibi, Lenin'i de, Marks'ı da, Engels'i de yerden yere vuran şiirler yazardı. Nâzım'ın en büyük özelliği, Moskova'ya kayıtsız-şartsız bağlı bir komünist olmasıydı. Türkiye'deki Nâzım Hikmet hayranlarının çok büyük bir bölümü onu, şair olduğu için değil, cesur bir komünist olduğu için seviyorlar. CHP'nin yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da ikide bir Nâzım Hikmet'ten beyitler okuyor: "Akın var akın / Güneşi zapt edeceğiz / Güneşin zaptı yakın" / diyor. Buradaki güneş renginin kızıl olması münasebetiyle komünizmdir. Nitekim, dünkü Sovyet Rusya'nın ordularına da KIZIL ORDU deniliyordu. Kemal Kılıçdaroğlu Nâzım Hikmet'in başka şiirlerinden de örnekler veriyor: Bir ağaç gibi tek ve hür / Bir orman gibi kardeşçesine / diyerek bağırıp duruyor. Şaşırıyorum. Evvela tek ve toplu halde olan ağaçlar, kat'iyyen hür değillerdir. Çünkü yanlarındaki ağaçlar yakıldıklarında veya kesildiklerinde ayaktakiler bu vahşete itiraz edemez, bir adım öteye gidemezler. Ormandaki ağaçlar da kardeşçesine yaşayamazlar. Güçlü-kuvvetli olanlar, küçük, çelimsiz ağaçları gölgeleri altına alırlar. Güneş ışınlarından daha çok kendileri istifade ederler. Kılıçdaroğlu bize o tek ağaçların hürriyetini, o ormanların ahlâk ve kardeşlik anlayışını getirecekse vay bize, vaylar bize!