26 Ağustos 2005 büyük taarruzumuzun 83'üncü yıl dönümü. Dünya tarihindeki en başarılı savunma savaşlarından biri olan Sakarya Meydan Savaşı kazanılmış düşmanın vatandan atılması için son hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı. Fakat nedense TBMM'de bir ahenksizlik başgöstermişti. Mustafa Kemal'in başkumandanlık yetkilerinin uzatılmasında 11 red ve 15 çekimser oy verilmişti daha önceki uzatılmalar oy birliği ileydi. Sakarya savaşı sırasında bir hatip TBMM kürsüsünden "Kuvay-ı milliye cinneti mukaddestir" deyince Mustafa Kemal yanındaki Celal Bayar'a "Bu adam deli mi? Kuvay-ı milliye ne cinnettir ne de mukaddestir. Kuvay-ı milliye bir hesap işidir" demiştir. Bu, ifade Mustafa Kemal'in hesaplı ve planlı bir mücadele adamı olduğunu bir kez daha ispatlar. Milletin göstermesi lazım gelen sabır ve metaneti, azim ve enerjiyi sarsabilecek olan bu akımlarla mücadele etmek ve bu cereyanların, millete intikal etmesine mani olmak gerekiyordu. Mustafa Kemal bu cereyanlara karşı cepheye hareket etmeden önce 4 Mart 1922'de irat ettiği nutkun bazı parçaları şöyle idi: "Ordumuzun kararı taarruzdur, fakat bu taarruzu erteliyoruz, sebebi hazırlığımızı tamamen ikmale biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlık, yarım tedbirle yapılacak taarruz hiç taarruz etmemekten daha çok fenadır. Kurtuluş için, bağımsızlık için her zaman düşmanla bütün mevcudiyetimizle vuruşmak onu yenmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz. Sinir gevşetici sözlere, telkinlere ehemmiyet ve itimat olunmamalıdır. Osmanlı idare ve siyaset tarzının oluşturduğu bu nevi zihniyetler merdut görülmelidir. Ordu ile, muharebe ile inat ile işin içinden çıkılmaz tarzındaki kaynağı hariçte bulunan nasihatlara uyarak bir vatan bir millet istiklali kurtulamaz, tarih böyle bir hadise kaydetmemiştir... ..... Düşmana taarruz için verilmiş kat'i kararımızı uygulamaya başlamadan evvel izhar ve ikmale mecbur bulunduğumuz harp araçlarının ne olduğunu arzedeyim: Tam üç vasıtanın hazırlığının kafi derecede olduğunu görmek lüzumunu hissediyorum. Bunlardan birincisi ve en mühimi ve asıl olanı milletin kendisidir. İkinci araç milleti temsil eden Meclisin milli arzuyu belirtmede ve bunun gereğini kanaatle uygulamada göstereceği azim ve celadettir. Meclis ne kadar çok dayanışma birlik halinde milli arzuyu tecelli ettirirse düşmana karşı o kadar kuvvetli üstünlük aracına malik oluruz. Üçüncü araç milletin silahlı evlatlarından ibaret olup düşman karşısında yardım için koşup toplanmış bulunan ordumuzdur. Bu üç nevi vasıta veya kuvvetin düşmana karşı vücuda getirdiği cepheler iki mahiyette tasavvur olunabilir. Kolay anlaşılmak için şöyle diyeyim: Dahili cephe görünüş cephesi asıl olan dahili cephedir, bu cephe bütün memleketin bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri cephe doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe tezelzül, tebeddül edebilir, mağlup olabilir. Fakat bu hal hiçbir vakit bir memleketi bir milleti mahvetmez. Mühim olan memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren dahili cephenin sükutudur. Bu hakikate bizden ziyade vakıf olan düşmanlar bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır... Meclisin zihniyeti, ef'ali vaziyeti düşmana ümit verici olmadıkça dahili ve harici cephelerimizin yerinden oynamasına imkan ve ihtimal yoktur. Mecliste bir veya birkaç üyenin kötümserlik telkin eden sözlerinden bile aleyhimizde istifade çareleri aranmakta buna dair vesikalarla doludur. Katiyetle arzederim ki istemeyerek olsa dahi düşmanlara ümit verecek korkular verildikçe milli davanın çözümü gecikmeye düçar olur..." Allah şehitlerimize rahmet, gazilerimize uzun ömürler versin.