Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 85. yıldönümüdür. 23 Nisan 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ankara'da açılmıştı. Niçin ve nasıl? Zira Osmanlı Meclis-i Meb'ûsânı, 16 Mart 1920 günü İngiliz askerlerince basılmış, bir kısım milletvekillerimiz tutuklanarak Malta adasına sürülmüştü. İstanbul'un işgal edildiği bu 16 Mart 1920, Çanakkale deniz zaferimizin tam 5. yıldönümü idi, İngilizler'in hakkımızda ne kadar ince (!) düşündükleri âşikârdır. Anadolu'da Erzurum ve Sivas kongrelerini toplayan Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı milletvekillerini Anadolu'ya çağırdı. Gelebilen geldi. Gelemeyenlerin yerine acele seçim yapıldı, milletvekili sayısı tamamlandı. Mustafa Kemal Paşa'nın 16 Martta düşman süngüsüyle dağıtılmış milli meclisi sadece 37 gün sonra seçim de yaptırıp tamamlıyarak başka bir coğrafyada toplayabilmesi, bugün bize örnek olmalı. Bundan sonra aylarca seçimle uğraşmayıp seçimlerimizi en kısa zamanda gerçekleştirebilmeliyiz. Zaman, o devirde de değerli idi. Bugün ise çok daha değerlidir. Ve üstelik her türlü ulaştırma ve haberleşme imkânları bugün en ileri ülkelerde ne ise bizde de öyledir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, meşrutiyet denen Osmanlı taçlı demokrasisinin ana kurumu Meclis-i Meb'ûsân'ın devamı olduğu görülüyor. Zaten İstanbul'da Meclis-i Meb'ûsân'ın kabul ettiği Mîsâk-ı Millî'yi TBMM, virgülünü değiştirmeksizin tasdik etti. Mustafa Kemal Paşa da, Erzurum'dan Osmanlı milletvekili olarak seçilmiş, yeniden seçime girmeyip 23 Nisan Meclisine katılmıştır. Diğer bir kesin tarihî gerçek, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Atatürk'ün eseri olduğudur. Başka kimse, böylesine radikal bir teşebbüsü gerçekleştiremezdi. 23 Nisan 1920'den itibaren artık Türkiye'nin meşru yönetiminin İstanbul'dan Ankara'ya geçtiği de gerçektir. 1960 ihtilâli, 1876 anayasasının cumhuriyet rejimine göre tadiline dayanan Atatürk anayasasına son verdi. Meclis'in iktidar partisi üyeleri tutuklandı. Parlamenter demokrasimiz onulmaz yara aldı. Atatürk'ün millî iradenin tek ve ortaksız temsilcisi olarak kurduğu TBMM ile Avrupa Parlamenter sistemine dayanan rejim, 1960'dan bu yana bozuldu. Yüce Meclis'in önemli yetkileri anayasa mahkemesine, danıştaya, millî güvenlik kuruluna, cumhurbaşkanına dağıtıldı. Yüce Meclis'in yasama hakkı bile kısıtlandı, zira üst yasama kuruluşları oluştu. Bu durum, yarı başkanlık, hattâ tam başkanlık şeklinde, demokrasimize zarar verecek rejimlerin ileri sürülmesi neticesini doğurdu. İcra yetkileri seçilmemiş kurumlarca kısıtlanan başbakanları başkan yaparak rejimi düzeltmek isteğinin çok sakıncası olur.